Geçen hafta bütün gazeteler manşetlerine Rio Grande’yi yüzerek Meksika’dan Amerika’ya geçmeye çalışırken boğulan 25 yaşındaki Oscar Alberto Martinez Ramirez ve 23 aylık kızı Valeria’yı taşıdılar. Papa Francis de çok üzülmüş. Bazı Türkiye gazetelerinde tonlama ‘yaa, bakın sizin de başınıza geldi’ şeklinde beklendik düşük irtifalara indi. En yüzsüz ama içi dışı bir açıklamalardan biri Trump’ın vatandaşlık […]

Geçen hafta bütün gazeteler manşetlerine Rio Grande’yi yüzerek Meksika’dan Amerika’ya geçmeye çalışırken boğulan 25 yaşındaki Oscar Alberto Martinez Ramirez ve 23 aylık kızı Valeria’yı taşıdılar.

Papa Francis de çok üzülmüş. Bazı Türkiye gazetelerinde tonlama ‘yaa, bakın sizin de başınıza geldi’ şeklinde beklendik düşük irtifalara indi. En yüzsüz ama içi dışı bir açıklamalardan biri Trump’ın vatandaşlık işlerinden sorumlu adamı Cuccinelli’den geldi. Suçun büyüğü meğerse çocuğunu da sırtına alıp azgın nehri geçmeye kalkan ‘sorumsuz babanınmış’.

2015 yılında ‘dünyayı şoke eden’ Suriyeli Alan Kürdi’nin kıyıya vurmuş bedenini unutmuş değiliz; kimse de unutmamış ve iki olay arasındaki ‘paralellikler’ de bu vesileyle çokça gündeme geldi. İki ailenin de geri kalanlarına sabır diliyorum.
İki olay arasındaki en büyük paralellik yapılan değerlendirmelerin yüzeyselliği ve ekseriyetle basit bir vicdan sömürüsü eksenine oturması. Dolayısıyla paralellikler de ‘ona da üzülmüştük buna da çok üzüldük, bir şeyler yapalım, birkaç göçmen daha alalım’ kıvamında karşımıza çıkabiliyor.

Anaakım medyada görebildiğim en keskin yorum, işi bu göçmenlerin bu trajedileri yaşamasına yol açan liderlerle anlaşanları suçlamaya kadar götürmüş. Yani Suriye’nin lideriyle el sıkışanlar, Türkiye’nin, Meksika’nın ve daha nice ülkenin liderlerinin elini sıkanlar bu ölümlerin sorumlusu.

Bu konumlardaki kişilerin pek çok şeyin sorumlusu olduğundan kuşku yok ve bu ölümlerde de büyük payları mutlaka var. Yani tarihsel olarak baba Hafız’dan başlayarak Esad ailesinin elini sıkanların elinde bu kan da var.

Ancak kanın kaynağı bu el sıkmalardan biraz daha yaygın. Her ne kadar, en çok vicdanı sızlatan bu iki olay olsa da onbinlerce insan bilumum sınırları, denizleri ve nehirleri aşmaya çalışırken hayatını kaybetti ve kaybetmeye devam ediyor.

Gallup’un en son araştırmasına göre dünya genelinde yetişkin nüfusun yüzde 15 imkânı olsa başka bir ülkeye göç etmeye hazır. Göç etmek isteyen her 3 kişiden 2’si ise 18 gelişmiş ülkeden birine gitmek istiyor. İlginç biçimde göç etme arzusunun en yüksek olduğu ülkeler, yoksulluk ve savaşlar arasına sıkışmış Afrika ve Ortadoğu ülkeleri ve onların hemen ardından gelen AB dışı Avrupa ülkeleri. Ancak genel görünüm ‘insani güvensizlik’ diye tarif ettiğimiz duyguyu besleyen demokratik ve ekonomik eşitsizliklerin ve adaletsizliklerin yaygın olduğu ülkelerden diğerlerine doğru bir kaçış olduğu.

Gallup’un bulguları gerçekse sınır kontrolleri gevşetildiğinde hepi topu her altı kişiden sadece 1’i göç edecek. Yani son 5 yılda Akdenizi geçmeye çalışırken hayatını kaybetmiş olan 10bin kişiyi kurtarmak için yapılması gereken en kolay iş her 6 kişinin yanına yeni birinin eklenmesiydi.

Ancak göç kabul veya sınır politikalarını ve uygulamalarını esnetmek sadece geçici bir çözüm. Gerçekten bu fotoğraflara bakıp vicdanınız sızlıyorsa, daha köklü değişikliklere bakmak zorundayız. Demokratik ve ekonomik eşitsizlik ve adaletsizlikleri küresel, ulusal ve yerel düzeyde ortadan kaldıramadığımız sürece bu ve benzeri fotoğrafları daha sık görebiliriz. Suçlular sadece bahsi geçen adamlarla el sıkışanlardan ibaret olamaz.

İyi haftalar ve bol şanslar.