Allen Ginsberg’in ünlü Amerika şiiri, “Amerika her şeyimi verdim sana, şimdi bir hiçim!” diye başlar. Kapitalizme cebindeki paradan insanlığına kadar borçlu çıkartılan bir “vatandaş”ın yüksek sesle isyanıdır bu dizeler. Peki Ginsberg siyah olsaydı ne değişirdi? 19. yy Avrupa’sının burjuva düşünü gerçekleştirmek için her türlü reklama sığınmaya çalışıp “fırsatlar diyarı Amerika” olgusunun altını çizen “örnek ülke” bu defa nasıl yalpalardı?

Yirmili yaşların başında, kendimi siyah – beyaz çatışmasının en yoğun yaşandığı Arkansas - Little Rock’ta bulana kadar, “Amerika kötü bir şaka, bebeğim” sözünü ciddiye almıyordum. Kurgusal evren olarak Amerika’nın içine girmek bir sürü ayrıntının içinde girmekti. Dünyanın pek çok ülkesine ithal edilen “Cosby Ailesi”ndeki mutlu ve zengin Amerikalı ailenin yapısal eşitsizlikleri, tarihi acıları ve sistemleşmiş ırkçılığı hiçe sayıp, siyahların toplumda ilerleyememesinin(!) suçunu sadece eğitim eksikliğine yüklemesi de bu şahane “sunum”un birer sonucuydu. Halbuki siyah bir çocuğun neden üniversiteye gidecek konuma gelemediği, getirilmediği; hadi geldi diyelim, üniversite mezunu siyah bir gencin aynı konumdaki beyaz bir gençle aynı fırsat eşitliğine sahip olamadığı gerçeği Cosby dünyasında kendine yer bulamıyordu.

Servis şöforümüz Milton’a “Malcom X hakkında bana ne söylersin?” dediğimde sessiz kaldığı ânı dün gibi hatırlıyorum. 1957 yılına kadar siyahlarla beyazların aynı sınıfta eğitim görmediği coğrafyada bu derin suskunluğu boğazımız düğümlenmeden sorgulamak önemli olan. Dahası bu ırkçı yasağı delmeye kalkan bir grup siyah öğrencinin okul kapısında bekleyen kalabalık tarafından linç edildiğini bilmek, bir önceki kuşağın çektiği acıları anlamamızı kolaylaştırmıyor. 1954 yılında Oklohama’da üniversiteye kabul edilmek zorunda kalınan bir siyah öğrencinin sandalyesinin kapı açık bırakılarak sınıfın dışına konması da tarih defterine yazıldı! 60’lı yılların ortalarına kadar kimi güney eyaletlerinde siyahlarla beyazların evlenemediğini de fihristimize eklemek gerek.

Zaten ırkçılığın emperyalizm soslu hali bir yüzyıl kadar önce Afrika ülkelerinde karşımıza çıkmış, ağır işkencelere maruz kalan siyahların dramını yaşayan yerlerdeki sıkıntılar yakın tarihe kadar sürmüştü. Kongo’da yeterli kauçuğu toplamadığı bahane edilerek öldürülenlerin sayısının on iki milyonu aştığı, sakat bırakılan insanların sayısının ise ülkenin yarısından fazla olduğu gerçeği sömürgeci anlayışın bir sonucu olarak yorumlanıp, “geçmiş günler” sanrısıyla yaşanabilir, pekala… Ama bu hiçbir şey değiştirmez. Çünkü insanlığı tehdit eden ırkçılık virüsü sömürgeciler tarafından icat edilmiştir. Kendi ırkından olmayan halkları sömürgeleştirmenin kolaylaştırıcı bir aracıdır ırkçılık… Peki sonrasında?

Tarık Ali, “Amerika, soğuk savaştan sonra ultra emperyalist, meydan okunamaz, askeri anlamda kafa tutulamayan, çok güçlü ve rakipsiz bir ülke haline geldi. İnsanlık tarihinde ilk kez bir impatorluk rakipsiz olmuştur. Romalılar zaman zaman kendilerinin böyle olduğunu düşünürlerdi, fakat Perslerin gücünden, hatta Çinlilerinkilerinden tümüyle bihaberlerdi. Kafalarındaki dünya ise Akdenizdi, bütün küre değil. Dolayısıyla bu ilk kez oldu.” diyordu. Sonsuz egemen gücünü sağlarken Roma’da olduğu gibi kendi içinde “kölelik sistemi”ni de farklı bir biçimde meşru kılmasının araçlarına bakmak lazım. Bugün özellikle beyazlarla siyahların ayrı okullara gidiyor olmalarının nedeni yasal değil, tamamen sınıfsal. Zenciler yoksul oldukları için devlet okullarında okuyup büyük bir çoğunluğu da ardından eğitimini yarım bırakmak zorunda kalıyor. Zaten siyahların yüzde seksene yakının açlık sınırında yaşaması bugün, farklı bir kulvara geçen modern ırkçılığın temelini oluşturuyor.

Son birkaç gündür Minnesota’dan yükselen sesler, bir siyahın göz göre göre polis tarafından nefessiz bırakılarak öldürülmesinden sonra başlayan olayların karakola saldırıyla sonuçlanması bize çok şey söylüyor. Mesela daha önce de ırkçılık olaylarına karışan bir polisin Trump’ın döneminde ve corona günlerinde “cezasızlık” olgusuyla karşılaşması, “ırkçılık” ve “milliyetçilik” söz konusu olduğunda benzer fotoğrafların dünyanın her yerinde çekilebileceğini gösteriyor. Tam da bu noktada, siyasi cinayetlerin işlendiği, her birinin yargılamasında sorunların doğduğu, cezasızlığın dibinin yaşandığı, yirmi beş yıldır insanların yakınlarını aradığı bir coğrafyadan bakınca katmerleniyor. Trump’ın bakışları ise umutsuzluğu daha geniş ölçeye çıkartıyor!

Şunu da ekleyeyim: Çok değil birkaç güne kadar olaylar kapanır, ta ki yeni bir ölüm vakasıyla karşılaşana kadar! Ele güne karşı yaşananlar ise Amerikan rüyasının sonu olduğundan açıklama bir siyah polise yaptırılır. Amerikan başkanlarının kameralara ve objektiflere gülüşü de zaten ne kadar mutlu bir ülkede yaşamalarının aldatmacasıdır. Herkes sırıtır gibi büyük bir gerilimle, “merhaba” derken bir reklam kampanyasının içinde yer alıyor gibidir. Baudrillard’ın deyişiyle zaten “Amerikalıların kimlikleri yoktur ama hayran olunacak kadar güzel dişleri vardır!”