CNN ile Casey Neistat anlaşmasının da tesadüf olmadığını düşünüyorum. Hatta çok önceden bu plan yapılmış, YouTube’da popülerliği istenilen noktaya geldikten sonra bu adım atılmış olabilir mi? İyi planlanmış ve uygulanmış bir proje gibi görünüyor.

Ya kalacaksın ya gideceksin

TİMUR AKKURT / timur@teknosafari.com
@timurakkurt

Sürekli ekonomi ile ilgili rekorların kırıldığı (olumsuz anlamda) bir ortamda bu haftaki yazımı yazmaya başladım. Konsantre olmak gerçekten çok zor. İyi haberler duymayı resmen unuttuk. Asıl kötüsü bir süre daha pek iyi haber beklemiyor olmamız. Bu ruh haliyle yazıma geçiyorum.

Casey Neistat, belki pek çoğunuz bu ismi ilk kez duydu. Kendisi YouTube’da epey popüler ve YouTuber kavramının yayılmasında büyük pay sahibi bir Amerikalı.

Yaklaşık 6 milyon abonesi ile kanalında günlük videolar paylaşarak güzel işler yaptı. Ciddi bütçeler ile reklam içerikli tanıtım videoları, hizmet tanıtımları ve standart günlük videoları ile hem izlenir hem etkilenilir olması bu alanda iş yapan herkesin dikkatini çekti. Mercedes reklamı bunlardan en önemlisi diyebiliriz. Dünya devi markanın bir YouTuber’a kendini emanet etmesi pek çok tabunun da yıkılmasını sağladı. Üstelik tüm bunların 1,5 yıl gibi kısa bir sürede olması kabul edelim ki gerçekten etkileyici.

Elbette Neistat’ın önemli bir geçmişi var. Ocak 2016’da New York’da gerçekleşen kar fırtınasında Times Meydanında snowboard yaptığı “Snowboarding with the NYPD” videosu, 24 saatte 6.5 milyon izlenmeye ulaşarak Neistat’in en büyük hiti oldu. Bunun ardından “The $21,000 first class airplane seat” videosu ile yeniden tüm dünya basının ilgisini çekti. Neistat bu süreçte ayrıca Samsung, Nike, Google, J.Crew ve Mercedes-Benz gibi markalara reklam çekti ve galası Sundance Film Festivali’nde yapılan Daddy Longlegs de dahil olmak üzere 4 filmde yapımcı, yönetmen ve aktör olarak yer aldı. YouTube kanalında 700’ün üzerinde video yayınlayan Neistat, GQ’nun Yılın Erkeği Ödüllerinde “Yeni Medya Yıldızı” ödülünü aldı. 19 Kasım’da ise vlog’larını sonlandıracağını açıkladı.

CNN işin peşini bırakmıyor

ya-kalacaksin-ya-gideceksin-217092-1.

Neistat, tüm bu süreçte bir yandan da ortağı olduğu ve geçen günlerde 25 milyon dolara CNN’e satılan Beme şirketinin başındaydı. Kullanıcıların telefonu göğüslerine dayayarak 4 saniyelik videolar çekmesini sağlayan Beme, bir yandan da Neistat’in internetteki aşırı düzenlenmiş içeriklere isyanı niteliğindeydi.

Bu başarı elbet tesadüf değil. Ciddi bir tecrübe üzerine kurulu.

CNN ile Casey Neistat anlaşmasınında tesadüf olmadığını düşünüyorum. Hatta çok önceden bu plan yapılmış, YouTube’da popülerliği istenilen noktaya geldikten sonra bu adım atılmış olabilir mi? İyi planlanmış ve uygulanmış bir proje gibi görünüyor.

Peki neden böylesine ciddi maliyetler ve bir YouTuber CNN için bu kadar önemli?

Bunun sebebi aslında çok basit, hatta yazılarımı düzenli okuyanlar hatırlayacaktır. CNN geçen Mayıs ayından beri büyük bir değişim içinde. Belki daha öncesi vardır ama izleyiciye yansıyan kısmı en azından bu zamanlara denk geliyor. CNN, dünyanın en ciddi ve güvenilir (tam olarak katılmıyorum) haber kanalı konumunda. Böylesine bir dev, gençlerin ilgisini çekmek, izlenir olmak için büyük efor sarf ediyor. Tıpkı onların yeni dijital dünyadan alışık oldukları hareketli ekranlar, sık değişen resimler, alttan üstten çıkan yazılar, kısa net konuşan spikerler, uzatılmayan, sündürülmeyen haberler yayınlamaya başladı. Hedef çok belli. Yeni nesil izlesin, etkilensin diye. Bu etkilenmeyi çok yönlü düşünebiliriz. Eskiden Hollywood ve müzik yıldızları üzerinden yapılan bu etkileme, yeni jenerasyona pek işlemiyor. Elbet onlara da hayranlar ama asıl olmak istedikleri YouTuber olmak, kendi kanallarını açmak, ne istiyorlarsa yayınlayabilecekleri kendi platformlarında olmak istiyor. Tabii ki bu bir süreç ve sonsuza kadar bu şekilde gidilmeyecek ama TV tarihinin en büyük yıkıma uğradığı, reklam pastasını bu kadar büyük kaptırdığı bir akım olmamıştı. O kadar önemli bir platform oluştu ki karşısında artık TV’den fazla reklam bu dijital dünyaya veriliyor. Hep söylediğimiz gibi yayıncılık tarihi yeniden yazılıyor. TV’ye bir şey olmaz diyen vizyonsuz kitle büyük bir hezimete uğramış durumda. Bunu savunanların kanalları ya kapandı ya da kapanmak üzere. İşte tam bu noktada CNN, Casey Neistat kozunu koyarak “Bu işin peşini bırakmayacağım. Şartlar neyi gerektiriyorsa bende onu yapacağım” dedi, kısaca.

Kıssadan hisse, bu mantığın ülkemizde de işleyeceğine inanıyorum. Yine daha önceden yazdığım gibi bu sisteme nasıl uyum sağlamamız gerektiğini bir kez daha açıklamak lazım. Ülkemizde yayın yapan kanallara baktığımızda bu anlamda bir hareketlilik görünmüyor. Eski usül reyting avcılığı ile reklam satmaya devam ediliyor. Önemli bir fark var ama! Reklam pastası küçüldü. YouTuber’lar ile ciddi bütçeli işler yapılmaya başlandı. Ajanslar artık sadece bir TV dizisi içerisinde masada duran kola kutusuyla tatmin olmuyorlar. Hatta yakın zamanda yayına giren bir dizide, neredeyse bir kasaba sadece aynı model arabayı kullanıyor ki bu çok itici bir reklam şekli. TV’ler bu sistemi iyi bilen, gerçekten yeni nesil düşünebilen personelleri kadrolarına katmakla bu işe başlamalılar. İş burada bitmiyor tabii ki. Bu dijital beyni alıp kendi kalıplarına sokarak bu işi yapamazlar. Unutmasınlar ki şeklini değiştirmek istedikleri kendi sahip oldukları platform. O platformu kendi şekline getirmek gibi bir iddia ile yola çıkarlarsa büyük hata yaparlar.

Netflix ve YouTube son sözü söyledi unutmayın! Ya kalacaksınız ya gideceksiniz! Karar sizin!

***

Pratik olan kazansın

ya-kalacaksin-ya-gideceksin-217093-1.

İlk kameralı telefon patenti 1992’de Japon Kyocera firması tarafından “Taşınabilir telefon işlevli elektronik fotoğraf makinesi” başlığı ile alınmıştı. 2000’de satışa sunulan J-Phone ise dünyanın ilk kameralı telefonu oldu. Kullanıcılara içerik üretim gücü sağlayan bu cihazlar sosyal medya devlerinin bugünkü haline gelmesinde de büyük rol oynadı. Yani başka bir deyişle medya tarihini değiştirdi. Sosyolojik ve psikolojik çıkarımlara yol açabilecek ön kameralara hiç girmiyorum bile.

Artık görsel paylaşımların her yandan yığıldığı bir dönemdeyiz. Kimse fotoğraf çekemeyen bir akıllı telefon düşünemiyor bile. Eskiden Uzak Doğu’dan gelen her ürünün üzerinde radyo olurdu, artık kamera var. Üreticiler sadece her şeyin üzerine kamera eklemiyor, bu kameraları günden güne geliştirmeye devam ediyor.

Teknoloji cephesinde geliştirmelerle ilgili en büyük savaş küçük paketlere büyük işlevler sığdırma konusunda. Bu savaşın en büyük oyuncularından biri ise şüphesiz Apple. iPhone ile mobil fotoğrafçılıkta en önemli adımları atan teknoloji devi, savaştan düşmediğini bizlere her yıl kanıtlıyor. Apple, şimdiye kadar birçok markanın ele aldığı çift kamera işlevini başka bir boyuta taşıyarak portre modunu kullanıma sundu. Bu özellik teknolojik olarak gerçekten etkileyici. Ama önemli olan bu değil.

Apple, bu hamleyle normalde bir fotoğraf makinesi ve teknik yeterlilik gerektiren bir fotoğrafı tüm bunlar olmadan çekebilme imkanı sundu. Başka bir deyişle insanların uğraşmak istemediği kısımları atlayarak direkt sonuca ulaşmasını sağladı. Başka bir akıllı telefon üreticisi Huawei, çift kamera sisteminde fotoğrafçılığın temellerine inip Leica ile anlaşmıştı. Monokrom sensörle siyah beyaz fotoğraf çekmek her ne kadar bizim gibi bu işin meraklılılarını heyecanlandırsa da geniş kitlelere hitap eden bir tüketici talebi olmadığı aşikar.

Tüm bunlar sadece akıllı telefonlar için geçerli değil. Drone pazarının en büyük oyuncusu DJI’ın bu ünvanı kazanmasının ardında da aynı sebep yatıyor. Çünkü marka uçarak fotoğraf ve video çekebilen bir cihazı kullanıcı dostu hale getirmeyi başarıyor. DJI, geçen haftalarda Phantom 4 Pro ve Inspire 2 modellerini tanıttı. Inspire serisi ikinci nesille tamamen profesyonel pazara yönelen etkili bir alternatif halini aldı. Phantom 4 Pro ise bu işin meraklılarının daha profesyonel çekimler yapmalarını sağlıyor. Ve en önemlisi Mavic Pro’da en büyük farkı yaratan yazılım, Phantom 4 Pro’yu da daha etkili bir tüketici cihazına dönüştürüyor.

Herkesin teknolojinin çok daha ileri gideceğini fark ettiği bu dönemde kullanıcı dostu olmak markalara savaşı kazandırıyor. Kullanıcılar ise bu özelliklerle kendilerine daha az çaba sarf ettiren teknolojiye yönelmiş durumda. Kimin en güçlü işlemciye sahip olduğu artık arka planda kalan bir detay. Önemli olan kullanıcıyı tatmin eden sonuçları tek dokunuşla verebilmek.