Ya talan ya adalet

Kanal İstanbul ilk kez 2011 yılında ‘Türkiye hazır, hedef 2023’ toplantısında dile getirildiğinden bu yana tartışma yaratıyor. 9 yıldır farklı biçimlerde ısıtılan proje, geçtiğimiz hafta askıya çıkan nihai Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporu ile yeniden gündeme oturdu. 10 günlük itiraz süresi bulunan ÇED olumlu raporuna karşın projenin ekolojik bir yıkımı ve kentsel talanı beraberinde getireceği ise su götürmez bir gerçek. Nitekim Kanal İstanbul yapılması planlanan bölgedeki arsa spekülasyonları ve rant da projenin bir ulaşım çözümü olmaktan ziyade kenti kuzeye doğru genişletmeye yarayacak, gayrimenkul geliştirmeye dayalı bir talan projesi olduğunu gösteriyor. Hâlbuki İstanbul kentsel anlamda bir kriz yaşıyor. Bu kriz ancak kenti yaşam alanı olarak benimseyen, çevresel ve toplumsal nitelikleriyle adil bir kent hedefleyen ekolojik bir yaklaşımla çözülebilir.

Farklı branşlardan uzmanlar yıllardır Kanal İstanbul projesinin Marmara ve Karadeniz için yıkım getireceği konusunda uyarılarda bulunuyor. Projenin İstanbul’u susuz bırakacağı, Marmara denizini kirleteceği, kıyı dolgusu ile ekosisteme zarar vereceği, balıkçılığı ve deniz canlıları popülasyonunu tehdit edeceği, fay hatları açısından riskli olduğu, hava kirliliği yaratacağı, proje alanındaki mevcut endemik florayı yok edeceği, tarım alanlarını azaltarak gıda krizine kapı aralayacağı, iklim krizini perçinleyeceği, beton yoğunluğunu artıracağı, nüfus artışına sebep olacağı, yerinden edilmelere yol açacağı, kentsel, arkeolojik ve doğal sit alanlarını tehdit ettiği, yeni taş ocaklarına vesile olacağı ve projenin teknik öngörüsüzlüğü gibi sonuçlar bilimsel olarak ifade ediliyor.

Uzmanların yanı sıra yerel yönetimler, kent ve doğa savunucuları da projenin ekolojik, toplumsal ve kültürel maliyetlerini vurgulamaya devam ediyor. Sivil inisiyatifler, kent dayanışmaları, çeşitli yerel mahalli oluşumlar İstanbul’un ve İstanbulluların, Karadeniz’in böyle bir ihtiyacı olmadığına dikkat çekerken İBB de projenin yaratacağı hasarı rakamsal olarak ifade ederek yurttaşları ÇED raporuna itiraz etmeye çağırdı. Bu sırada TMMOB’un itiraz dilekçesi de hızlıca yayılmaya başlandı. İstanbullular, İstanbul Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’ne akın ederek itiraz dilekçelerini iletmeye koyuldu.

2011den bugüne gelen süreç ve itirazlar gösteriyor ki Kanal İstanbul, kentin ihtiyacı olmayan, mevcut sorunları çözmek bir yana daha da derinleştirecek olan, yalnızca belirli bir kesimin kullanıp faydalanabileceği bir gayrimenkul projesidir. Bu projedeki ısrar, iktidarın kent planlamasında yağmaya dayalı piyasacı bir yaklaşım benimsemeyi sürdüreceğini gösteriyor. Hâlbuki İstanbul bu anlamda bir krizi yaşıyor. Kenti değişim değeri üzerinden planlayan piyasacı anlayış kentin sorunlarına çözüm üretemiyor. Aksine eşitsizlikleri, çevresel ve sosyal zulmü derinleştiriyor.

Ortaya çıkan hareketliliğe bakılırsa vatandaşlar bu antidemokratik krizin farkındalar. İstanbul’un nüfus yoğunluğu, altyapı yetersizliği, deprem/afet hazırlığı, yeşil alanların azlığı, ulaşım, sağlıklı çevre, hizmetlere erişim gibi yaşayanların gündelik hayatını direkt etkileyen, çözüm bekleyen ve düğüm haline gelen ihtiyaç ve sorunları var. Bu krizi aşmanın yolu kenti kullanım değeri üzerinden planlayan, kamusal faydanın öncelendiği, ekolojik ve demokratik bir kentçilik anlayışından geçiyor. Böyle bir anlayış kentin ortak değerlerini geri dönülmez biçimde kirletecek ve demografisini değiştirecek her türlü girişime karşı toplumcu ve adil bir kentsel planlamayı düşünmemizi sağlar.

Kent planlamasında ekosisteminin, ormanların, tarım alanlarının, su havzalarının, denizlerin ve tüm doğal hayatın korunmanın esas alınmalı. Doğaya zarar veren ve bilime dayanmayan her türlü kentsel proje durdurulmalı. Çevre dostu toplu taşıma sistemleri geliştirilmelidir. Kamu arazileri özelleştirilmemelidir. Kentsel dönüşümde mevcut bina ölçekleri korunarak olası nüfus yoğunluğunun önüne geçilmeli. Kent içi beton santralleri, egzos gibi havayı kirleten tesisler kaldırılmalıdır. Kentsel, tarihsel, kültürel doku korunmalı. Ulaşılabilir ve nitelikli sağlık, barınma hizmetleri geliştirilmeli. Dahası kent demokratik, şeffaf ve eşitlikçi yönetilmelidir. Son olarak Kanal İstanbul gibi antidemokratik bir biçimde hayatımıza itelenen, kuşakları borç altına sokan halkın ihtiyaç ­ve talepleri yerine r­antı tercihni önceleyen, çağ dışı projeler iptal edilmeli.