Ama yağmurun yağması için illaki havanın bulutlu olması şarttır. Koşullar oluşunca olup biter her şey. Ama koşulları da oluşturmak önemli bir şey.

Yağmur gibi, rüzgâr gibi stikhiinyi/stihiynıy toplumsal olaylar da vardır ki bu köşede söz etmiştim. Evet, Lenin’in tartıştığı önemli bir konuyu ‘kendiliğinden mücadele’ diye bilirdik, lakin öyle değilmiş! Lenin hep stihiynıy kabarıştan söz edermiş.

Rusça stihiynıy kelimesi, çeşitli anlamlar taşıyan zengin bir kelime, bütün anlamları da doğal bir güce dair merkezi bir metafordan kaynaklanıyor; fakat anlamı farklı, hatta zıt çağrışımlara dek uzanabiliyor. Lars T. Lih, stihiynıy kelimesini Lenin’i Yeniden Keşfetmek kitabında ‘elemental’ diye çeviriyor: doğadaki güçlere özgü, saf, başlıca, basit, ilkel, frenlenmemiş. Lenin elbette stihiynıy önünde boyun eğilmesine, örgütlü mücadele olmaksızın işlerin gidişatına bırakılmasına şiddetle karşı. Ama stihiynıy kelimesi Rusça konuşma dilinde başka anlamlar da çağrıştırıyor: Bir stihiynıy patlaması, aynı zamanda plansız, kaotik, ani, şaşırtıcı ve durdurulamayacak kadar güçlü bir olaydır!

Tabii bir de Marx’ın “duru bir gökyüzünde şimşek çakması” metaforunu pek severiz. Haziran direnişlerini de öyle izah etmiştik. Şimdi hava duru değil bulutlu ve henüz güçlü bir rüzgâr da esmiyor. İktidar bile elindeki bütün imkânlara rağmen bir rüzgâr estiremiyor. Bir vakitlerin meşhur Cuma namazı sonrası gösterileri de yok artık, “hayırlı cumalar” deyip geçiştiriyorlar. Mitinglerine nasıl kalabalık toplandığını biliyoruz. Eskiden balkonlara bayrak asılırdı, o tepki bile yok.

Demek ki iktidar da en büyük gücünü artık kitleselleşmeden almıyor. Dur durak bilmeden elindeki bütün imkânlarıyla kadrolaşmaktan, militanlaşmaktan alıyor. Gerçi onlarda da bir metal yorgunluğu var ve savaş hamaseti dahi ‘diriliş’ için yetmiyor.

Son anketlere bakılırsa Afrin’de de umduğunu bulamayan AKP için tek çare ‘iç düşman’ diye muhaliflere saldırmak. 1 Kasım seçimine giden yolda yaptığını köpürterek tekrarlamak. Baksanıza iç düşmana karşı üç beş Saraylı muhtarın eline kalaşnikof verip haberi de sızdırıyorlar ki o korku iklimi beslensin, yoksa yüz binlerce muhtara eğitim verilmiyor elbette, maksat şiddet rüzgârları estirmek.

İç düşman ise muhalif kadrolar/aktif muhalifler ile muhalif sıradan ve sahici insanlar… İkincilerin algısı ve tepkisi hep farklıdır. Bugün toplumsal bir muhalefetin başarısı AKP’nin oyununu bozmak üzere ondan medet uman sıradan insanları bile saflarına kazanmasında yatıyor. Yani dışlamayı değil kapsamayı esas almak… Ama bu Kılıçdaroğlu tarzıyla dinciliğe soyunarak olunca eldeki aktif unsurların bile kafası bulanıyor. En azından 70’lerin Ecevit’i gibi, sosyalistlerden rol çalarak da olsa, emekçilerin-yoksulların ve hadi olmadı laiklerin dilinden konuşmak yerine, ağız dalaşı yapınca “muhalefet yaptım” zannediyorlar, ne kadar fazla tazminat davası o kadar etkili muhalefetmiş!

Oysa şimdi ikna vaktidir. Toplumun yarısından fazlasının ikna olduğu hakikatlere, geri kalanların önemli bir kesimini de ikna etmek önemlidir. Aktif muhalifler miting yapamıyor, şunu bunu yapamıyor. Aktif şekilde sokaklarda boy gösteremiyor. Ama sokak sadece sokak değildir, hanelerin kapılarının açıldığı yoldur. Bugün sokakta olmak her şeyden önce hanelerin kapısını çalmaktan vazgeçmemektir. Meclisleşme basitçe meclis kurmak değildir, meclis kurma çalışması yapmaktır, önce buluşmaktır, ardından mutlaka birleşmektir.

Evet, yağmur “yağmam” diyemez ama önce güneşin de suyu ısıtması lazım. Haziran güneşi ısıtmıştı suyu. Buhar oldu yok oldu sanıyorlar, “bir daha olmaz, bir daha yağmaz” diyorlar. Doğru değil.

Çünkü gökyüzünde minik damlacıklar bir araya gelip bulut olurlar. Damlacıklar birbiriyle birleşerek belirli büyüklüğe erişince yerçekiminin etkisiyle yağmur damlası halinde düşerler. Meteoroloji jargonunda damlacıkların çarpışma yoluyla birleşmesinden (mücadele içinde örgütlenme!) ve kristalleşme yoluyla birleşmesinden (ideolojik netlik!) söz edilir.

Çarpışmaya yol açan rüzgârdır (harekettir!) ve damlacıkların kümelenmesini sağlar. Kristaller ise sıcak hava katmanından geçerken yağmur damlası olarak düşerler. Ama bir fırtına çıkmışsa, yağmur damlaları fırtına nedeniyle donarlar (sımsıkı olurlar!) ve dolu olarak yağarlar. Devrim misali!

Yağmur yağmıyor, rüzgâr esmiyor ama hava bulutlu ve ağır mı ağır.

Şimdi toplumun bütün dokularına nüfuz etmiş ağır bir kutuplaşma (zıt basınç alanları) var. Bu kutuplaşmada sıradan insanlar giderek evlerine kapanıyor. Toplumun yarısından fazlası o giderse “Oh be!” diyebileceği bir haletiruhiyede. Gitsin de nasıl giderse gitsin. Yeter ki bir rüzgâr essin.

Rüzgâr “esmem” diyemez ki.

Çünkü rüzgâr bir hava hareketiyse, hava da daima yüksek basınç merkezinden alçak basınç merkezine doğru hareket eder. Bu basınç farkı sonucunda rüzgâr eser. Bu basınç alanları kendiliğinden oluşamazlar. (Muhalefet anlamında toplumda da öyle.) Sıcaklık birinci etkendir. (Öfkenin kabarması anlamında toplumda öyle.) Ve rüzgâr da, alçak basınçla yüksek basınç bölgesi arasında yer değiştiren hava akımı olarak eser.

Türkiye’de toplumsal hararette basınç alanları vardır. Eskiden komünizm tehlikesi, bölücülük başta gelirdi. Türkiye’yi tarihsel olarak şimdiki noktaya ağırlıkla Soğuk Savaş’ın “Türkiye’ye komünizm gelmesin” stratejisi sürükledi: Solun tasfiye edilmesi gerekirdi, ellerinden geleni yaptılar. İslamcılar ile milliyetçileri bu süreç içinde kol kola getirdiler. Solu Alevilikle özdeşleştirdiler, yetmedi her solcuya PKK’li dediler. Devlet, TC tarihinde en baskıcı halini aldı. Bir vakitler solun kalesi olan yoksul semtlerine tarikatlar çöreklendi.

Bu arada başka bir şey oldu. Farklı bir toplumsal rüzgâr esmeye başladı. Kürt hareketinin sol üzerinde basıncı vardı, o kalktı. Şimdi iktidarın önüne gelene PKK’li demesi kozu da inandırıcılığını yitiriyor. Sol ve Alevilik özdeşleştirilirdi, şimdi o sahte özdeşlik de kırılıyor. Çünkü artık başta laiklik, yaşam tarzını ve yaşama hakkını savunmak vb., sol fikirlerin ifadesini ve etkisini kolaylaştıran dolayımlar haline geliyor, iktidarın yarattığı konjonktür böyle bumerang etkisi de yaratıyor.

Toplumsal olaylar elbette doğa olayları değil, ama yağmurun “yağmam” diyemediği gibi toplumsal kızışmada beklenmedik bir alçak basınç oluşur, rüzgâr eser ve…

Elbette mevcut otokrasi de pekâlâ beklenmedik stihiynıy patlamalarından birinin baskısı ya da onu sürekli olarak her taraftan tehdit eden beklenmedik siyasi komplikasyonlar altında devrilebilir. Ancak hiçbir siyasi iddia faaliyetlerini yalnızca bu tür toplumsal patlamalar ve komplikasyonlar (yağmur ve rüzgâr) beklentisine bağlayamaz. Saray Rejimi karşısında olanlar, özellikle devrimciler, kendi yollarını açmalıdırlar ve bilmelidirler ki hesaplarını beklenmedik olaylara ne kadar az bağlı kılarlarsa, hiçbir stihiynıy gelişmede hazırlıksız yakalanmama ihtimali de o kadar fazla olur.

Bakarsınız muktedirler, yağmurdan kaçarken doluya da yakalanabilirler.

Yağmurun iradesi yoktur, doğa olaylarında irade yoktur, toplumsal olaylarda irade vardır. Rüzgâr ve yağmur beklemek yerine rüzgâr ve yağmur olmak lazımdır.

Ve belki de her şey sabahın gün doğmadan önceki vaktinde, tan ağartısında, seher vaktinde esen/estirilen bir seher yeliyle başlar.