Siz gençlere, acemilere diyelim bilgi, görgü, yaşantı, anı, düşünce ve deneyimlerinizi aktarınız, sözlü tarihe katkısı olur elbette kişisel tarihe de, yardımcı olunuz ama ders vermeye kalkışmayınız lütfen!

Yardımcı Ders Kitabı 101: Şiirin efendisidir acemilik!

Acemilik Dersi
DERSİMİZ
Acemilik
KONUMUZ İstek, coşku, şaşkınlık, sevinç...

Acemi sözcüğü, rivayet doğruysa Arapların Farsları Arapçayı iyi konuşamadıkları gerekçesiyle küçümsemesinden doğmuş. İyi ki doğmuş, Araplar Acem demişler, barbar, yaban anlamında söylemişler, İranlılara da böyle seslenilmezmiş, aşağılama gibi gelirmiş!

Dil belası beterdir, ne var bunda demeye gelmez, hele hele başka bir dilde başka bir halkın adının geçtiği deyimleri cümle içinde kullanmaya hiç mi hiç gelmez! Sakınan göze çöp batar, benim başıma geldi, daha doğrusu dilime geldi! Aman!


Tamam Araplar İranlılara vaktiyle böyle demişler, şimdi kimse kimseye demesin, biz de hiç söylemeyelim, fakat itiraf etmeliyim ki çok güzel bir sözcük Acem. Azer de öyle, bu “Arkadaş” filminde Yılmaz Güney’in adıydı ve çok da yakışıyordu. Acem de öyle, genç bir ad. Öyleyse güzel bir ad. Gençlik güzeldir. Acemilik de, acem adında olmak da!

Gurular, babalar, üstadlar, ustalar, büyükler, uzmanlar, ‘aksakal’ da denen ve pek öyle olmasa da bilgelik vehmedilip bir tür keramet beklenen güngörmüşlerin diyelim, “gün gördüm günler gördüm” minvalindeki anlatılarına, seyrüseferlerine kıymet biçilmez, hepimizi şad eder, bahtiyar eder ama “görecek günler var daha” ezgisine ıslık arkadaşlığı yapmayı bekleyen kanıdelilerin, genç kızların, civanların, acemlerin, yeniyetmelerin, ergenlerin, erkenlerin, tazelerin, ezcümle ‘geliyorgelmekteolan’ın vücud, ruh ve can bulmuş hallerinin oluşturduğu ve Ahmed Arif’in o “her biri vazgeçilmez cihan parçaları”nın da gün görmek kadar gününü görmeye de gereksinimleri yok mudur?

Madem ‘dünya bi imtaan’, ‘hayat bi sınav’, her yer dert her şey ders, öyleyse ağalar, beyler, hanımlar, efendiler, ‘ağır ol molla desinler’ demeyenlerdenseniz, hem de demeyiniz, kalkıp şu acemoğlanlarına acemkızlarına bi ders vermeyiniz, ağzının payınıysa hiç mi hiç vermeyiniz! Etmeyiniz eylemeyiniz diye yalvaracak halim de yok a, şurada efendice söylüyorum işte! Önüne gelen Z Kuşağı, yeni nesil, ona yaklaşmak, anlamak, dinlemek lazım deyip aman efendim nft mi daha neler meta metaverse’ler, şarkılar türküler acembuselikler acemkürdiler...

Siz demeyiniz ama ben sizin yerinize sakın demeyiniz dediğimi bir defaya mahsus bu sayınlara diyeceğim, ağır olunuz molla desinler! Siz gençlere, acemilere diyelim bilgi, görgü, yaşantı, anı, düşünce ve deneyimlerinizi aktarınız, sözlü tarihe katkısı olur elbette kişisel tarihe de, yardımcı olunuz ama ders vermeye kalkışmayınız lütfen! Çünkü yararı yok ve dahi olamaz da!

Nereden mi biliyorum, elbette acemilikten! Ustalık acemilere ders vermek değil, acemilikten ders çıkarmaktır zannımca! Tıpkı şiir gibi. Yeniler, ustaların, öncülerin şiirlerini okur, yazılarını inceler, kendi yazdıkları yaptıklarıyla karşılaştırır, bir yola girer, orada bir zaman gider, belki yol tıkanır, şiir tıkanır, başka bir yol çizer kendine, orada bir çıkış bulur, kanatlanır, havalanır, şiirin göğüne tırmanır, tutunur, yüzmeye başlar. Şiirde böyle de hayatın diğer alanlarında öyle değil mi?

Acemilik yabanlık, barbarlıksa, öyleyse sözünü sakınmadan, doğrusuna yanlışına bakmadan da söylemektir bir bakıma. Ustaların düzenli nefes alıp vermeleriyle canlanmaz dünya, acemilerin taşıyla, yanlışıyla, pervasızlığı, açıklığı, dikliği, dalgacılığı, putyıkıcılığı ve kırıcılığıyla coşkulanır, tazelenir, yenilenir ve döner.

Ol nedenle şol nedenle ve bol nedenle acemilik dersi, ustalardan öğrenme değil, ustaların acemiler ve acemiliklerden öğrenme dersidir!

Bu dersi bir anekdotla bitirelim ve ne demek istediğimizi örnekleyelim: Bana niye şiir atölyesi yaptığım soruluyor, ben de şiiri öğrenmek için diyorum! Bu kez de diyorlar ki ee sen kocaman, yaşlıbaşlı, saçlı değil sakallı, yani kel bir adamsın, onca şiir kitabın var, şiir üzerine filan deyip şaşkınlık da belirtiyorlar, diyorum ki yeni günü, yeni dünyayı, yeni hayatı neye bakarak öğreniyorsak, yeni şiiri, şiirin tazelenmesini de yeni yazanlardan, okuyanlardan, yani acemlerden öğrenmemiz icap etmez mi?

Öyleyse şiirde ve hayatta her dem acemi, her dem yeni, her dem açık, her dem mavi! Her ders acemilik dersi!

ANA DÜŞÜNCE Efendisi acemilik olmayan ustadan öğrenecek hiçbir şey yoktur.
YARDIMCI KİTAP Korkulu Ustalık, Turgut Uyar, YKY

Mutsuz Ders
DERSİMİZ
Mutsuzluk
KONUMUZ Haklarımız, özgürlüklerimiz, seçimlerimiz.

Üç şiir hemen sökün ediyor mutsuzluk der demez, Cemal Süreya’nın kısası, “Kim istemez mutlu olmayı/ama mutsuzluğa da var mısın?”, şiir kısa, soru uzun, yanıtı bilinmiyor! İkincisi Didem Madak’ın “Mutsuza Kim Bakacak?” sorusu, ama uzun şiirin içinde yanıtı da var: “İki sigaram kaldı bu gece için maviş anne/iki muhabbet kuşum/iki kendim varmış maviş anne/biri benmişim, biri mutsuz/ben ölürsem maviş anne, mutsuza kim bakacak?” Umutsuz bir yer olmasın diye tembihlediği maviş anneden dünyanın tüm sabahlarına bilet almasını istiyor mutsuz için ve “Ben ölürsem mutsuza iyi bak” diyor. Mutsuzluğa varolmak ve mutsuza iyi bakmak. Belki de üçüncü şiir, Murathan Mungan’ın “Diyalektik Mutsuzluklar”ı, mutsuzluğun varoluşu için yazılmıştır deyip bakalım: “inan batmış şehirler gibi onarılmaz anılar/gözlerinde unuttuğum o eski aciz miras/almaya gelsem soluğumda dalgın yosun kokusu/ biliyorum artık hiçbir gemi beni taşımaz/ve yeniden büyür içimde mağrur bir zakkum gibi/terkedilme korkusu”.

Bazı sloganlar zamanla kafada başka kılıklara giriyor, acaba “geç kalmaktan korkma, mutsuzluktan kork” mu diyorduk yoksa tersi miydi, “mutsuzluktan korkma geç kalmaktan kork” muydu aslı? Hatta umudun ve iyimserliğin şairi Nazım Hikmet’in ressam Abidin Dino’yu ‘mutluluğun resmi’ni yapmaya daveti de bir an mutsuzlukla yer mi değiştiriyordu?

Mutsuz olmaktan korkuyorduk, hatta mutsuz görünmekten bile korkuyorduk. Öyle büyüktü ki korkumuz, “mutluyum/mutlusun/mutlu/mutluyuz/mutlusunuz/mutlular” diye tekil çoğul bütün şahıslarımızla mutluluğu yineliyorduk. Yinelemekle mutluluk oluyor muydu bilinmez, ama bir zaman sonra ‘mutluyuz’ derken sanki ağlamaklı oluyor ‘mutsuzuz be, mutsuzuz işte!’ diye bağırmaktan korkuyorduk. Yastan, yasın uzamasından, gözyaşı dökmekten, üzülmekten, kederlenmekten korktuğumuz gibi. Sanki gözyaşı dökersek başkalarının gözünden düşecekmişiz gibi!
Mutsuz olmaktan, surat asmaktan, yüzümüzü dökmekten, soğuk sudan bakmaktan, kararmaktan, içimize dönmekten, dudak bükmekten, kederi yudumlamaktan, üzgün görünmekten, hülyalı olmaktan, dalgın durmaktan, gözlerimizin bulutlanmasından ve daha...

Mutluluk hakkımızsa, mutsuzluk özgürlüğümüz de olmalı. Kimseye şirin gözükmeyeceğimiz, mutluluk maskesi takmayacağımız, yüzümüzden düşenin bin parça olacağı ve denildiği gibi ‘dibine kadar’ mutsuzluğumuzu yaşama özgürlüğü. İnsan böyle insan olur, onu acılar, yaralar, mutsuzluklar büyütür filan demeyeceğim, klişedir, güzeldir, kullanışlıdır kuşkusuz, isteyen ortak klişe havuzundan dilediğini alabilir, kullanabilir.

Mutsuzluğu bir lüks gibi görenler de vardır, ‘daha ne istiyorsun?’ derler, ‘bak her şeyin var!’ Böyle zamanlarda aklıma çok sevgili şair arkadaşım, çok genç yitirdiğimiz Cenk Koyuncu’nun “Hiçbir şeyim yoktu benim/her şeyimi aldılar!” dizesi gelir. Sanki dünya ağrısı diye bir şey yoktur ve hiç olmamıştır! Ve mutluluk günü kurtarmakla eş anlamlıdır onlara göre!

Uzatmayacağım, kimse kendi yaşamını ya da başkalarının yaşamını ‘örnek’ diye sunup mutluluk gurusu gibi davranmamalı. Bu dünyada ve çağda mutlu olmanın öyle kişisel gelişim kitapları, kurslarındaki gibi ‘anı yaşa’ kapsülleriyle, formülleriyle ve kolayca olduğunu sanmamalı. İnsan mutluluğa olduğu gibi mutsuzluğa da var olmalı. Ağzımızı iki yanından da çekmişler gibi gergin bir mutlulukla dolaşamayız sürekli! Mutsuzluk da varlığın oluşudur.

ANA DÜŞÜNCE Şiir anayasaya, mutluluk doğaya aykırıdır.
YARDIMCI KİTAP Mutsuz Olmak: Bir Yüreklendirme, Wilhelm Schmid, çev: Tanıl Bora, İletişim