Hayata Dönüş Operasyonu davasının duruşmasında, müdahil avukatların konuşmasını horlamasıyla bölen hâkime soruşturma izni verilmemesinin üzerinden üç yıl geçti. Memleketin bir dönemine damga vurmuş olan ‘JİTEM’in yargı önünde bahsinin geçtiği az sayıda dava olan Ankara JİTEM davasının hâkimi de ‘umursamayan hâkim’ olarak tarihe geçiyor.

Memleketin bunca derdi içinde hâkimlerin tavrını konuşmak abes belki ama katliam yargılamalarında bile kendini gösteren bu tavır, mevcut ve gelecekteki yargılamalara ve kararlara yansıyorsa, en azından geleceğe not düşmeli.

Aralarında Altındağ Nüfus Müdürü Abdülmecit Baskın ve Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı Namık Erdoğan’ın da bulunduğu 19 kişinin 1990’lı yıllarda gözaltında kaybedilmesi veya öldürülmesine ilişkin, aralarında Mehmet Ağar’ın da olduğu 19 sanığın yargılandığı Ankara JİTEM davasının 11. duruşması, 10 Şubat’ta Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Duruşmayı Hafıza Merkezi’nden Hanife Kardelen Işık, Filiz Gazi, Ahmet Kaden izledi ve yaşanan absürdlükleri, yüzleşme davaları izleme sitesi olan Faili Belli’ye yazdı. Onların izlenimlerinden aktarıyorum:

Dava dosyaları, duruşma salonunda izleyici bölmesini ayıran yerde ve mahkeme heyetinin etrafındaki dolapların önlerine atılı vaziyette. Dosyaların bir kısmı çuvallarda ve çöp poşetlerinde.

Sanıklar duruşmalara katılmıyor. Tanıklar da duruşmalara getirilmiyor zaten, ifadeler SEGBİS ile alınıyor. Duruşma salonundaki ses ve görüntü sistemi ise bırakın ifade almayı, internete zor bağlanılan 90’lı yıllardan kalma gibi: Tanığın sesi mahkemeye ulaşmıyor, görüntü gidip geliyor, hâkimler sinirleniyor, izleyiciler duyamıyor. Sonunda bağlantı da kopunca mahkeme başkanı “Akşama kadar sürer böyle giderse, sizin işiniz var mı bilmiyorum” diyerek duruşmaya ara veriyor (Kendisinin yargılama yapmaktan daha önemli ne işi var, bilmiyoruz).

Bu arada internet bağlantısı zor da olsa sağlanıyor, tanıklar - kesik kesik de olsa - ifade veriyor.

İfadeler uzadıkça mahkeme heyeti başkanı sıkılıyor, oflayıp puflamaya, iç geçirmeye başlıyor. Dava dosyasının ve iddianamenin uzunluğundan şikâyet ediyor.

SEGBİS bağlantısı kesilince etrafa dönüp “Kim kaldı şimdi?” diye soruyor.

Tanıkların soruları ‘devlet sırrı’ bahanesiyle cevaplamaması üzerine de “O sır bu sır, memleketin bütün sırlarına vakıf olacağız bu gidişle” diye kızıyor. Oysa o sırları araştırıp kamuoyuna açacak kişi, kendisi.

Davaya sanık değil tanık olarak dahil edilen Orhan Taşanlar’ın ifadesi sırasında, öldürülenlerin adlarını sıralamaya başlıyor, birkaç isim sonra bıkıp “birtakım cinayetler işte” diye lafını bitiriyor. Ölenlerin isimleri teferruat ama yargılamayla ilgili, “İş çıkartıyoruz, baya iş yapıyoruz, iyi” demeyi ihmal etmiyor.

Söz Semih Tufan Günaltay’a gelince, verdiği şikâyet dilekçesinin okunup okunmadığını soruyor. Heyet başkanı “Okunmuş olması gerekiyor” diye cevap veriyor. Günaltay, savcının araştırma yapmadan iddianame hazırlandığını, mahkemenin de dilekçesini okumadığını söyleyerek tepki gösterince, heyet başkanı gerçeği itiraf ediyor: “Evet okumadık, okumamız mümkün değil, 180 klasörlük iddianame…”

(Sonrasında Semih Tufan Günaltay’ın da dosyada aslında müşteki olmadığı, mahkemece yanlış şekilde tanımlandığı ortaya çıkıyor. Günaltay yine kızıyor: ‘Daha benim niye burada olduğumu bilmiyorsunuz.’ Heyet şaşkın.)

Yani, yargılamayı yapan hâkimler dava dosyasını okumamış. Okumayacaklarını da açık açık söylüyorlar.

Davaya mahkeme heyeti başkanı olarak değil de tesadüfen izlemeye gelmiş biri mesafesinde katılan hâkim, duruşmayı, “Belki bu sene nasip olur, bitiririz” diye sonlandırıyor.

Tabii, kısmet bu işler.