İnsanlık tarihinde kişilerin, belli meslek gruplarının, toplumsal grupların topyekûn gerçeklikten koptuğu, hatta ileride açıklayamayacakları işler yaptıkları dönemler olmuştur.

Tam da böyle günler yaşıyoruz. Akademisinden Diyanet İşlerine, politikacılardan sanatçılara, bürokraside yargıya kadar, geleceğe utanarak hatırlayacağımız günler biriktiriyoruz ülke olarak.

Birkaç haber; “Hacettepe Üniversitesi Öğrenci Kolektifleri bünyesinde faaliyet gösteren Kolektif Sinema gönüllüleri, dün gösterimi planlanan ve 88’inci Oscar ödüllerinde “En İyi Film” ödülünü kazanan “Spotlight” filminin gösteriminin üniversite rektörlüğünce yasaklandığını belirtti… Hacettepe Üniversitesi Öğrenci Kolektifleri üyesi Hilal Kınay, gösterimin rektörlüğün sözlü talimatıyla engellendiğini, onlarca güvenlik görevlisinin kapıya set kurarak geçişe izin vermediğini ifade etti… Gönüllüler, Ensar Vakfı üzerinden de çocuk istismarı konusunun tartışılmasının önüne geçmek için gösterimin engellendiğini savundular.”

“Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Serpil Sancar ve Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Burcu Yıldız istifa etti… İstifalara gerekçe olarak Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş’in fakülte içerisinde polisin öğrencilere yönelik uyguladığı şiddete izin vermesi olduğu iddia ediliyor.”

“AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu, Türkiye’deki hukuk sistemiyle ilgili tartışmaya ilişkin olarak, ‘Aslında şimdiki sistem bizim daha çok işimize yarar. Yasama bizde, yürütme bizde, yargı bizde, her şey bizde’ dedi… Ensarioğlu’nun bu sözlerine Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın başdanışmanlarından anayasa profesörü Burhan Kuzu ise gülümseyerek karşılık verdi. Kuzu, ‘Oğlan bizim kız bizim, niye denetleyelim?’ yorumu yaptı.”

“İstanbul 10’uncu Sulh Ceza Hakimliği,.. Bilal Erdoğan’ın talebiyle… ‘Yeni yolsuzluk soruşturmasının boyutu 100 milyar dolar iddiası’ başlıklı habere erişim engeli getirdi. Erişim engeli kararına gerekçe olarak, ‘Cumhurbaşkanı’nın oğlunun toplum nezdindeki şeref ve saygınlığını küçük düşürme ve zarar verme kastıyla kaleme alındığı’ gösterildi.”

Yüzlerce örnek verebiliriz ama son iki örnek doğrudan yargıyla ilgili olması nedeniyle önemli. Önemli çünkü yargı pratiği -“görüntüyü kurtarma” kabilinden de olsa- kendi içindekiler de dahil olmak üzere, çözüm mekanizmasıdır. Hukuktan azıcık nasibini almış biri sadece bu iki örneğin bile hukuk devleti ve özgürlükler açısından nasıl bir tehdide işaret ettiğini anlar. Detaylandırmaya gerek yok. Benim anlamadığım; bu ve benzeri pratikleriyle, yargı sistemimiz (ve giderek yargıç ve savcılarımız) toplumun önemli bir kesimi için “kıymet-i harbiye”den yoksun hale geleceklerini görmüyorlar mı?

Şimdi yargı sisteminin önünde yeni bir test var: Bir dergide çıkan Babek Zencani haberleri.

Adeta suç ihbarı niteliğindeki habere göre: “Dava boyunca İran medyasında, yargılamanın Türkiye’yi de kapsayan bir süreç olduğuna ilişkin haberler çıktı. Zencani, Sarraf’tan Türkiye’deki kolu olarak net biçimde söz etti... 1500 kilo altının İstanbul’da uçakta yakalandığında rüşvet vererek uçağı nasıl havalandırdığını açık açık anlattı… Para trafiğinde yüzde 20-25’lik pay ‘aklanma komisyonu’ olarak dağıtıldı... Komisyonun yüzde… yüzde 5’inin ise Türkiye’de kaldığını söylüyordu. Zencani, kendisine ait havayolu şirketleriyle Türkiye’ye soktuğu altın/paranın çıkarılması sırasında Türkiye’deki ortağı aracılığıyla Türk yetkililere yüksek miktarda rüşvet verildiğini itiraf etti. Zencani, üç Türk bakana bizzat ne kadar para verdiğini isimlerini söyleyerek anlattı. Verdiği rakam toplamda 137 milyona denk geliyordu. Zencani, Türkiye’de dağıtılan rüşvetin toplam rakamını da verdi: 8,5 milyar dolar!”

Diyelim ki; “17/25 Aralık bir darbeydi.” Tamam kabul, “Fethullahçı polis ve savcıların/Paralel Yapı’nın usulsüz soruşturmalarıydı 17/25.” “Tüm deliller kanuna aykırıydı” bu da tamam. Hadi verdiğiniz takipsizlikler sonuna kadar “hukuka uygundu” diyelim. Buna da eyvallah.

Ama Babek Zencani’nin koltuğunun altındaki 3 klasörde yeni delillerin olduğu anlaşılıyor. Söylemeye gerek var mı bilmem yeni delil soruşturmaları canlandırır. Kaldı ki Zencani’nin ifadesindeki “o üç bakan” pekala “malum bakanlardan başka üç bakan” da olabilir. Ayrıca İran İslam Cumhuriyeti ile 3 Şubat 2010 tarihinde imzalanmış “Hukuki ve Cezai Konularda Adli İşbirliği Anlaşması” mevcut.

Bu yazdıklarım önemli ölçüde ABD’deki Rıza Sarraf davası için de geçerli.

Bakalım bir sosyal medya paylaşımlarına, akademisyenlere, boykot yapan öğrencilere gösterdiği cevvaliyeti Zencani’nin itiraflarına ve suç dosyasına gösterecek mi yargımız?

Lockheed rüşvet skandalını hakkıyla soruşturmayan tek ülke olduğumuz gibi, Zencani’nin rüşvetlerini de soruşturmayan tek ülke olma utancını mı yaşayacağız?

Bakalım yargımız için “adalet ve hukuk”, Cumhurbaşkanı’nın oğlunun “toplum nezdindeki şeref ve saygınlığı” kadar önemli mi?