Çalışan Gazeteciler Günü’nü idrak ettik, iki gün önce. Büyük kutlamalarla değil, öfkeyle.
Geçen yıldan aklımızda kalan, polisin kafasına silah dayadığı gazeteci Serhat Yüce ile tutuklanma haberini kendisi veren Can Dündar’dı.
Bu yıla da DİHA muhabiri Nedim Oruç’un ardından JİNHA muhabiri Rojda Oğuz’un tutuklanmasıyla başladık.
Hapiste (bildiğimiz kadarıyla) 32 gazeteci var. Ağustos ayında tutuklanan Vice muhabiri Muhammed İsmail Resul 131 gün sonra tahliye edildi ama aynı hafta Oruç ile Oğuz’un tutuklanmasıyla, sayı önceki yıla göre pek değişmedi.
Dışarıdaki gazeteciler için de durum çok farklı değil.

Örneğin BirGün çalışanlarına açılan davaları takip etmek için, sadece bu işle ilgilenen bir raportörün olması lazım. Davaların şikâyetçi kısmında hep aynı isim yazıyor: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan. (BirGün’ün en sadık okuru.)
Ya da örneğin, Cumhuriyet gazetesinden Canan Coşkun’a yolsuzluk haberi yaptığı için dava açıldı. Yolsuzluğu yapanlar tarafından.
Haber yapmaktan çok haber oluyoruz.

Saymakla bitmiyor başımıza gelenler: Haber linkleri engellendi, kitaplar yasaklandı, ‘hakaret’ adı altında yüzlerce dava açıldı, ölüm ve işten çıkarma tehditleri bini aştı, tehditlere kulak asmayanlar işsiz kaldı, Diyarbakır’dan her gün bir gazeteciye darp ya da gözaltı haberi alıyoruz, istatistiği bile tutulamıyor…

Günümüz kutlu olmasın.

Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) ve DİSK/Basın-İş de ortak bir eylem düzenledi, “10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nü kutlamıyoruz” dedi:
“Metin Göktepe’nin bir spor salonunda öldürülmesinden 20 yıl sonra gözaltına alınarak bir spor salonuna götürülen DİHA muhabiri Nedim Oruç’un gözaltında olduğunun kabul edilmesine sevinir olduk artık biz, bayramlara filan değil.”

Aynı saatlerde Başbakan konuşuyordu: “Özgürlüklerin kötüye kullanılması ve özellikle terörün ve terör örgütlerinin propagandasını yapma saiki ile hareket etmenin gazetecilik kapsamına girmeyeceğinin altını çizmek isterim.”
Gazeteciler, bu günü de tehditsiz geçirmemiş oldu.

Yine de yazıyoruz. Diktatör diyoruz, haksızsın, yalan söylüyorsun diyoruz, hırsız, katil diyoruz.
Ama bazen de kendimizi, kayayı her seferinde tepeye taşıdıktan sonra aşağı yuvarlanışını izleyen Sisifos gibi hissediyoruz. Homeros, Sisifos’un ‘yararsız ve umutsuz bir çaba ile cezalandırıldığını’ yazar. Yazdıklarımız uzay boşluğunda kaybolduğunda ya da hiçbir etki yaratmadığında biz, çalışan gazeteciler de böyle hissediyoruz.

Ne de olsa ilk amacımız tarihe not düşmek değil, bugünü değiştirmek. Ve bu sadece az sayıdaki gazetecinin taşıyamayacağı kadar büyük bir yük. Okurlar da bu inadımıza destek vermediği, haber alma, gerçekleri bilme hakkını savunmadığı, hem gazetecilerden hem iktidardakilerden talepte bulunmadığı sürece biz sadece birkaç Sisifos’uz.
Yine de yazacağız, çünkü elimizden gelen, şimdilik, bu.