1-3 Aralık tarihlerinde 7 yıl gibi uzun bir aradan sonra geçmiş şuralardan farklı olarak 2,5 ay gibi kısa bir sürede 20’nci Milli Eğitim Şurası gerçekleştirilecek. 14 Eylül’de AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından “Şura yapılacak” açıklamasından hemen sonra Şura’nın gerçekleştirileceği açıklandı.
Neden 7 yıl sonra? Neden 2,5 ay gibi kısa bir sürede? Neden şimdi?

20 yıl süresince eğitim politikaları kesintisiz iki temel hat dinselleştirme ve piyasalaştırma üzerinden yaşama geçirildi. Değişen yalnızca bakan isimleriydi sürdürülen hat ise hiç değişmedi.


Şimdi kritik soru yoksulluğun, işsizliğin bu denli arttığı, yurttaşların sokaklara çıktığı, siyasi iktidarın her geçen gün güç kaybettiği bir dönemde geçmiş dönemlerden çok daha hızlı bir şekilde bu Şura’nın neden gerçekleştiriliyor olduğudur.

Şura’daki başlıklar, kullanılan kavramlar, Şura’nın gerçekleştirileceği yer, zamanlama ise bu kritik sorunun cevabı aynı zamanda… Bir yandan sermayeye, patronlara piyasalaştırmanın kesintisiz devam ettirileceğinin güvencesi veriliyor. Bir yandan da dini yapıların, vakıfların, cemaatlerin daha da yaygınlaştırılmasının önü açılıyor. Eğitimde dinselleştirmenin her dönemde olduğundan daha hızlı bir şekilde yaşama geçirileceği deklare ediliyor.

Özetle inşa edilmeye çalışılan yeni rejimin şurasının gerçekleştirilmesi amaçlanıyor.

Eğitim hakkı yerine eğitimde fırsat eşitliği başlığının seçilmesi siyasi bir tercihtir. Eğitimde fırsat eşitliği kavramı eğitimin piyasalaştırılmasını, sınav merkezli eğitimi perdelemekte ve meşrulaştırmaktadır. Fırsat eşitliği kavramı sınıfsal farklılıkların eğitime yansımasını olağanlaştırmaktadır. Tam da bu yüzden temel mesele eğitim hakkı ve kamusal eğitimdir.

Mesleki eğitimin başlık olarak ele alınması ve MEB tarafından yapılan son açıklamalar da eğitim ile piyasa arasında kurdukları ayrılmaz ilişkiyi; öğrencilerin eğitim hakkının nasıl ihlal edildiğini ve edileceğini bize göstermektedir. Meslek liselerinin okul özelliği tamamen kaldırılmakta ve okullar çıraklık eğitim merkezlerine dönüştürülmektedir. Sınıfsal olarak en yoksul ailelerin çocuklarının okuduğu meslek liselerindeki öğrenciler ucuz iş gücü olarak görülmekte, “çocuk işçiliği” daha da yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır.

Siyasi iktidarın “sendika” adı altında faaliyet yürüten sözcülerinin açıklamaları, illerden verdikleri önergeler, Milli Eğitim Bakanı’nın, Diyanet İşleri Başkanı’nın yaptığı açıklamalar, Cumhurbaşkanlığı Yıllık Çalışma Planı’nda yer alan maddeler Şura’nın temel gündemlerinin neler olacağını şimdiden bize göstermektedir.

Şura ile amaçlanan; başlıklarda açıkça ifade edilmeyen “saklı bırakılan” ancak son derece açık temel gündemlerden biri okul öncesi eğitimde Kuran kurslarının zorunlu eğitim kapsamına alınması ve 4-6 yaş arası çocukların Kuran kurslarına mecbur bırakılmasıdır.

Şura ile amaçlanan; kapalı kapılar ardında hazırlanan ve hızlıca meclise getirilecek olan “Öğretmenlik Meslek Kanunu” ile güvencesizleştirilmenin temel istihdam biçimi haline getirilmesidir, iktidarın öğretmenlerini yaratmaya çalışmaktır.

Şura ile amaçlanan; yoksul ailelerin çocuklarının ucuz iş gücü haline getirilmesidir.

Salgında yüz yüze eğitimin 12’nci haftasında en az 28 eğitim emekçisi alınmayan önlemler sonucu Covid-19 nedeniyle yaşamını kaybetti. Yüzlerce sınıf karantinaya alındı, binlerce öğrenciye, eğitim emekçisine (+) tanısı konuldu. Ancak bir şura yapılıyor ve Şura’nın gündemlerinde salgın ve eğitim bir cümlede dahi yer almıyor. Tek başına salgının Şura başlıklarında yer almaması bile bu Şura’nın ve Şura sonuçlarının siyasi iktidarın ajandasını işletmesi dışında bir amaca hizmet etmeyeceği çok açık.

Öğrenci Veli Derneği 23-24 Kasım’da iktidarın Şura’sına karşı “Halkın Eğitim Şurası”nı gerçekleştirdi. Şura sonrası ise birlikte mücadele çağrısı yaptı. Bu çağrı tarihsel önemdedir, yaşamsaldır, vazgeçilmezdir ve geleceğimize birlikte sahip çıkma çağrısıdır.

Sokaklardaki “Artık Yeter” sesinin büyümesi bu çağrıya ses olduğumuz sürece daha da güçlenecek.

Bu çağrıya ses olmak yoksulluktan kaynaklı ucuz iş gücü haline getirilecek çocukların sesine ses olmaktır.

Bu çağrıya ses olmak yoksulluğun bir kader gibi dayatıldığı günlerde çocuklarımızın cemaatlere, tarikatlara mecbur bırakılmasına karşı umutlarına umut olmaktır.

Bu çağrıya ses olmak halkın öğretmenlerinin nefesine nefes olmaktır.

Bir araya geldiğimiz her an karanlıklardan aydınlığa yürüdüğümüz yolda umudun örgütlendiği bir yol olacak.