Yerel seçimlerden hemen sonra, İstanbul seçimleri hukuk dışı bir şekilde iptal edilmemişken 03.05.2019 tarihli BirGün’de “Devr-i Sabık” başlıklı bir yazı ( https://www.birgun.net/haber/devr-i-sabik-254660 ) yazmıştım. Özellikle el değiştiren belediyelerde, önceki yönetimlerin hukuk dışı uygulamaları nedeniyle hesap sorulmayacağı, hatta iktidar kadroları ile devam edileceği yönündeki “açıklamaları/işaretleri” eleştirmiş ve yazıyı şöyle bitirmiştim: “Ama ana muhalefet liderinin linç edilme girişiminin kutsandığı, kazanmış başkanlara iş yaptırmamanın kurumsallaştığı, kayyumların yağmada seviye atladıkları, imar yolsuzluklarının zirve yaptığı, memurların sendikasının işverence belirlendiği, taşeron işçinin bile AKP’li yöneticilerce belirlendiği yağmacı bir “eski düzenden” hesap sorulmayacaksa bu kavga niye verildi. Gene aynı bürokratlar yönetecekse, gene aynı uygulamalar, aynı müteahhitler aynı kirli isimler ya da versiyonları egemen olacaksa “Türkiye İttifakı” kurulmuş demektir! TC tabelaları da kurtarmaz!”

Maalesef kaygılarım önemli ölçüde haklı çıkıyor. Rozetsizlik ve partisizlik (dolayısı ile siyasetsizlik) bir övünç vesilesi haline gelmiş durumda. Çok kritik konumlardaki kadroların, seçmen nezdindeki değişim algısı ile uyuşmayacak şekilde belirlendiği görülüyor. Ayrıca geçmişin yolsuzluk iddialarının üzerine -birkaç örnek hariç- etkin bir şekilde gidil(e)mediği de anlaşılıyor. Bu durumun yıllardır kayırmacılık ve yolsuzluktan bizar olmuş, belediye seçimlerini kazanmak için mücadele eden seçmende rahatsızlık yaratması kaçınılmaz. İçten içe tüm partileri, örgütlü yapıları, siyaseti ve ülkeyi çürüten çıkar eksenli yaklaşımlarla açıkça ve cesaretle mücadele edilmez ise siyaset, kişilerin çıkar mücadelesi olarak kalır. Üç beş arkaik figürün sırayla yer değiştirdiği ama özünde aynı gücün farklı görünümlerinin hükmettiği bir iktidar oyununa mahkûm ediliriz. Hangi partiye oy vermiş olursa olsun seçmenin yeni yönetimlerin uygulamaları kadar, geçmişin yanlışlarından hesap sorulmasının da takipçisi olması gerekir.

Tam bunlara dair daha kapsamlı bir değerlendirme yazısı planlıyorken dün, mevcut yıkımın sorumlularının siyasetimize “yeni” olarak enjekte edildiği partiden bir ses yükseldi: “…Türkiye’nin çözülemeyecek hiçbir sorunu yoktur. Ama sorunu çözemeyenler vardır. Hesabını da soracağız. Gerekirse devri sabık da yaratacağız. Yaratmayalım diyenler var, gerekirse yaratacağız…”!

Öncelikle şu “yeni” sözcüğünün sağ siyaset ve sermayenin en büyük illüzyonu olduğunu ve çürümenin maskesi olarak kullanıldığını görmekte fayda var. Uzun yıllar ülke politikalarına bakan olarak başbakan olarak hâkim olacaksınız şimdi çıkıp biz yeniyiz diyeceksiniz! Ayrıca geçmişinden ideolojik ve kadro olarak kopmamış kendi dönemlerini bir çeşit “siyasi asr-ı saadet” gibi gören bir grup, söyledikleri ile değil iktidar ellerinde iken yaptıkları ile değerlendirilir ve yeni olarak kabul edilemez. Bu parti ve oluşumlar, ülkenin Fetullahçı yapılanmaya teslim edilmesindeki rollerinden tarımın ve ekonominin çökertilmesine, Ortadoğu’nun kan gölüne çevrilmesinden Sur ve Cizre’nin yerle bir edilmesine, Rus uçağının düşürülmesinden Roboski katliamına, akademinin ve eğitimin çökertilmesinden yargının yok edilmesine, özelleştirme adı altında ülke varlıklarının uluslararası sermayeye peşkeşinden yoksulluğun artmasına kadar tüm sorunlarımızdan mevcut iktidar bloğu kadar sorumludur. Bunca karanlık olayın başrollerinde olanlar hesap sormak değil hesap vermek zorundadırlar. Bu anlamda “demokrasi bloğunun” bir parçası olamazlar, olmalarına izin verilemez.

Zaten bitik olan bu yapı ve figürlere alan açmak, hele hele “aynı pencereden bakıyoruz, %99 uyuşuyoruz” demek eskinin suç ve yanlışlarına ortak olmak anlamına gelir. En önemlisi de sahici bir değişimin ve “eski” gidiyorken, hatta gitmişken “yeni” umudunun boğulması sonucunu doğurur.

cukurda-defineci-avi-540867-1.