Ya da aynı anlamda: Tek Yol Devrim!

Ya da aynı anlamda: Tek Yol Devrim!
Özellikle son günlerde bu sloganı atmayıp da ne yapacağız kardeşim!
Tunus’tan başladı, Mısır’a dek ulaştı yankıları. Bizler “Tek Yol Devrim” diyorduk, alay ediyorlardı. Şimdi bütün Ortadoğu’da devrimlere de gebe isyan rüzgârları esmiyor mu? Elbette görünürde devrim gibi bir devrim yok ama rüzgârı bile yetiyor. Yoksa devrim deyince sadece Çar’ın kışlık sarayına baskın ya da Çin’deki uzun yürüyüş benzeri bir şeyler mi olmalıydı? Belki de devrim sadece TV’deki peynir reklamlarında olabilirdi... Ya da şu gezegende sadece Tayyip Beyler “sivil devrim” filan yapabilirdi!
Ama Mısır’daki isyan naklen yayınlanmaya başlayınca... Bilumum deprem, ekonomi, hububat, fasulye uzmanı aniden “devrim” uzmanı da kesiliverdi.
Çokbilmişlerin tahlillerini çöpe götüren son durum ise şöyleydi: Mısır'da ABD yönetiminin de desteğiyle Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek için politika sahnesinden 'onurlu' çıkış formülü aranırken, ülkenin en güçlü muhalefet örgütü Müslüman Kardeşler, zor günler geçiren Mübarek yönetimiyle görüşmelere katılmayı kabul ettiğini açıkladı. İyi mi?
Öyleyse bugüne dek dinlediğimiz anlamsız lakırdıları bir yana bırakıp ÖDP Genel Başkanı Alper Taş’ın anlamlı bir tweet’i ile devam edeyim: “Yeni” Mısır'ın Türkiye'ye benzeyeceğini söyleyenler, “Yeni” Türkiye'nin bu gidişle “Eski” Mısır'a benzeyeceğini görüyorlar mı?
Peki, Mısır’da halkın dediği mi olacak, Allah’ın dediği mi olacak, ABD’nin dediği mi olacak? Mısır isyanının toplumsal profili iki yanı da kesen bıçak misali: sokaklarda ne sağcı ne solcu ne de İslamcı olan, şeriat sloganları filan atmayan milyonlarca sıradan ve sahici ve en önemlisi kendiliğinden politize gençler var.
Ama genelinde Mısır toplumunun ağırlıklı tercihi şeriat düzeninden yanaymış! Müslüman halkın yüzde 82’si “recm”e, yüzde 77’si hırsızların elinin kesilmesine, yüzde 84’ü de İslam’dan başka dine geçenlerin idamına zaten sıcak bakıyormuş.
Ama aynı halk yoksulluğun ve açlığın pençesinde de kıvranıyormuş! İran’dakiler de yoksuldu ama İranlı mollaların elinin altında petrol geliri vardı. Mısır’da bu da yok. (Petrol ihracatı, İran’a günde 839 dolar sağlarken Mısır’a sadece 32 dolar getiriyor.) İşsizlik oranı yüzde 25 ve halkın yüzde 40’ı ise günde 2 dolardan az gelire sahip. Yani sadaka toplumu oluşturarak İslam rejimini kurmak, korumak pek kolay görünmüyor. Tunus’taki koşulların da pek farklı olmadığını biliyoruz.
İyi de Mısır’daki sürecin akıbetinde, Müslüman Kardeşlik iktidarı ihtimali var diye sevinmekten vaz mı geçeceğiz? Elbette hayır. Sadece şunu unutmayacağız: Bölgenin İslam coğrafyası olmaktan kaynaklanan özellikleri sınıf mücadelesinin, hadi daha muğlâk deyişle söyleyeyim, toplumsal muhalefetin seküler boyutunun önemini bir kez daha gösteriyor. Aksi halde sonuç, isyan yine hüsran olabilir...
Ayrıca Hüsnü Mübarek, tıpkı bizim NATO’cu generallerin bir vakitler umduğu gibi ABD’nin katı İslamcı bir yönetimden yana olmayacağını umuyordu. Ama onların gözünde tercih edilebilir bir İslam tarzının da olabileceğini göremedi. Bkz. AKP!
Çünkü demokratikleşmeyi ekonomik liberalleşme ve ABD dış politika çıkarlarına hizmet etmeye indirgediniz mi, küreselleşmenin bir neferi haline geldiniz mi, ister İslam ister Budist olun “ılımlı” görülebilirdiniz.
Şimdi de Mısır’da oyalama taktiğiyle isyanın sönümlenmesi pekâlâ mümkün. Ama geriye dönüş imkânsız. Soru şudur: Amerikancı bir askeri vesayet rejimiyle Ortadoğu tipi bir demokrasi mi öne çıkıyor? Peki bu ne demek?
Soğuk savaş yıllarında komünizm tehlikesine karşı ABD “Filipin tipi demokrasi” yaratmıştı. Bizler bu tip rejimlere sömürge tipi demokrasi derdik. Belki bilirsiniz, Batı üniversitelerinde “Bon Pour L’Orient” denilen diplomalar verilirdi, yani bu diplomalar batıda bir işe yaramazdı, azgelişmiş doğu ülkelerinde geçerli sayılırdı. Şimdi de öyle bir demokrasi çeşidi var ve adına da ‘Ilımlı İslamcılık’ demekteler... İslam ülkeleri için geçerli bir demokrasi, tırnak içinde bir demokrasi yani. Mesela Nuray Mert de bu noktada “İran, ‘İslami kurallar’a titizlenen ve siyasal iktidarın seçimle değiştiği bir sistem değil mi?” diye sorarken mutlaka cevabını da biliyordur. “Değil” diyenlerin tek gerekçesi, onun ABD müttefiki olmamasıdır!
Önümüzdeki dönemde Mısır’daki “demokrasi”nin kabul görmesinin tek ölçütü yine aynı olacak... Yani “Mısır şeriatla yönetilir mi?” kaygısı da mesnetsiz. Zaten şimdi de kısmen öyle yönetiliyor! İsyan hüsran olabilir, ama isyan yoksulların bilinçlenmesi ve örgütlenmesi imkânlarını da çoğaltabilir. Bu noktada söz hakkı sadece Mısırlı emekçilerin ve devrimcilerindir.
Mısır vesilesiyle Türkiye’ye gelince: Tayyipçiler belli ki şimdilerde askeri darbeden çok Tahrir meydanından korkuyorlar! Ama yine de çelişkili bir ruh hali içinde olmalılar. Çünkü Mısır, Arap dünyasının lider ülkesi, ABD’nin has bahçesi... idi. Mısır karışınca Türkiye’nin ve dolayısıyla Recep Tayyip Bey’in öneminin arttığı söylenmeye başlandı. Yani? Ortadoğu’da model ülke olarak bundan böyle İran ile Türkiye yarışacaktı.
Öte yandan iktidar mahallesindeki Mısır korkusu elbette mesnetsiz değil. Çünkü Türkiye de (henüz) dikensiz gül bahçesi değil. Torba yasasına emekçi direnişi dahi derhal gazla bastırılmadı mı? Hele bir de Öcalan Diyarbakır için Tahrir Meydanı anıştırması yapınca...
Demek ki, yaşadığımız coğrafyada her türlü örgütlülük emekçiler için büyük bir kazançtır, mesela 15 yaşında henüz bir “ergen” olan ÖDP için bile, isyan rüzgârlarında devrimci bilincin ve eylemin taşıyıcısı olacağından ötürü, “iyi ki varmış” diyebileceğiz. Ama bunun için şimdiden (Metin Çulhaoğlu’nun sözlerini tekrarlarsam) “Hareketi bizzat kendisi yaratmasa bile, oluşan bir hareketliliği etkileyip yönlendirecek örgütlülüğe, kanallara, araçlara ve kadrolara sahip” olmaya başlamalı, öyle değil mi?
Çünkü başımızda ha bire “Durmak yok yola devam” diyen bir iktidar var.
Yola devam da... Hangi yola? “Yol” ve “tarik”, biri Türkçe biri Arapça aynı anlamda iki kelime... Yani yola devam ederken ya “yolcu”sundur ya “tarikatçı”... Bunlar kendi yollarında, tariklerinde ha bire muhalif güçlerin üzerine yürümeye devam ediyorlar. Herkes sesini kessin istiyorlar. Mesela bencileyin bir gariban yazarın bile kapısına polis (ya da her kimse) görevlileri gönderip yıldırmak peşindeler!
Onlar, “Durmak yok yola (tarik’e) devam” diye diye halkı tümden tarikatçı etme derdindeler.
Onların yolu, tarik anlamına geliyorsa, bizimki de devrimci bir yol anlamına geliyor... Üstelik bizimkisi “bitmeyen yolculuk”tur! (Ne kast ettiğimi de yakında anlarsınız!)
Öyleyse?
Yılmak yok, yola devam!