"...yitirme sakın

yüreğini güneşin

olsun gönlünde

ve her şey iyi olacak."

Casar Flaischlen

Liselere Geçiş Sınavı (LGS) hafızalarımızdan asla silinmeyecek görüntülerle tarihe geçti. Covid-19 tedavisi gören 13-14 yaşındaki çocuklar hastanelerden ambulanslarla çıkartılarak sınav yapılan okullara getirildi. Sınavların yapıldığı okul önlerinde, bahçelerde, ortak kullanım alanlarında fiziksel mesafenin korunmasına ilişkin önlemlerin alınmadığı ise çok netti. Başta büyük kentlerin merkezi okulları olmak üzere ülkenin her yerinde sınıfların büyük çoğunluğunun mevcutlarının 20 kişiden oluşması ise salon, görevli sayısının artırılması açıklamalarının yetersizliğinin somut göstergesiydi.

İzmir Torbalı'da 2’nci oturum kitapçıklarının ilk oturumda dağıtılması, Hatay'da göçmen çocuklara Dünya Mülteciler Günü'nde muaf olmaları gereken T.C İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersinin sorularının sorulması iddiaları sınavlara ilişkin yıllardır yaşatılan güvensizliğin, eşitsizliğin öğrencilerin geleceklerini belirleyecek ve telafisi mümkün olmayan sınavlara ilişkin yaşanan kaygının haklılığını bir kez daha ortaya çıkardı.

Manisa'da ve Bakırköy'de iki okulda Covid-19 tanısı konulan öğrencilerin, öncesinde önlem alınmaması ve sınıftaki diğer öğrencilerle birlikte sınava girmesi sonucunda tüm öğrencilerin ve sınıfta görevli gözetmenlerin karantinaya alınması haftalardır tedbirlerin yetersizliğine ilişkin süren itirazlarımızın haklılığının kanıtıydı.

Hangi sınav öğrencilerimizin, öğretmenlerin, sınavda görevli eğitim emekçilerinin, velilerin ve toplumun sağlık, yaşam hakkından daha önemli olabilir?

Hangi sınav hastanelerde sağlık kaygısı yaşayan öğrencilerimizin yaşamlarından, umutlarından daha değerlidir?

Her öğrencinin istediği okulda, okul türünde eğitim görme imkanı mümkünken rekabete, yarışa dayalı; kamusal eğitim hakkının en temel ilkelerine aykırı olan bu merkezi, standartlaştırılmış sınavlar neden öğrencilerimize, çocuklarımıza dayatılır?

Salgın yayılımı riskinin devam ettiği bir dönemde LGS, YKS ısrarı niye sürdürülür?

Vaka sayılarının artışı gerçekliğine rağmen "başarı hikâyesi" algısı oluşturmaya çalışan başta Milli Eğitim Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı olmak üzere karar alıcılar niçin gerekli önlemleri almaz ve açıklama yapma ihtiyacı dahi hissetmez?

Tüm bu soruların cevabı ise çok açık... Demokratik toplumlarda kamuoyu itirazları esas alınarak adımlar atılması ve somut koşullar üzerinden tüm ilgili kesimlerle birlikte yeni kararlar alınması gerekirken siyasi iktidarın yönetim şeklinin, yeni rejim inşasının gereği yaşama geçiriliyor. Alınan tüm kararlar siyasi iktidarın, sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda uygulanıyor. Bugünümüz ve geleceğimiz olan milyonlarca yaşama değersizlik duygusu yaşatılıyor, karar alıcının tek olduğu ve olacağı ilan ediliyor.

Gençler asla ve asla cesaretlerini yitirmedi umut etmekten vazgeçmedi. Kant’ın 1786’da yazdığı gibi insanı, diğer canlılardan ayıran temel özellik, “kendi yaşam serüvenini seçme kapasitesine” sahip olmasıdır. Öğrencilerimiz kendi hikâayelerini yazma cesaretini YKS, LGS sürecine dair gerçekleştirdikleri itirazlarla defalarca ifade ettiler. Freire; eleştirel bilinci “sosyal, siyasi ve ekonomik çelişkileri kavramak ve gerçekliğin insanları ezen koşullarına karşı harekete geçmek için gereken öğrenme süreci” olarak dile getirmiştir. Yaşadığımız somut durum; yaşatılanlar ve sonuçları açısından gençler için, eğitim ve bilim emekçileri ve toplum için çok zor günler olsa da bize rağmen kararların alınamayacağını birlikte haykırdığımız eşit, özgür, demokratik bir ülkeyi kurma noktasında birlikte hareket ederek eleştirilerimizle, mücadelemizle tarih yazdığımız bir dönemdir.

Bize rağmen alınan kararları, bize bu denli zor bir süreçte yaşatılanları unutmayacağız. Öğrencilerimizin umutlarından, yaşamlarından, eşit ve özgür bir gelecek mücadelesinden asla vazgeçmeyeceğiz.