Bir mahkemenin ya da bir hâkimin kararına niye uyulur?

Öyle ya, ben birisine “hadi seni iki gün hapsettim!” dediğimde en fazla gülünüp geçilecek bir şaka olarak kabul edilirken, bir (ya da birden fazla) hâkim aynı kişiye “hadi sen ömrünün 10 yılını hapiste geçir! Ya da hadi sen özgürsün!” dediğinde buna niye uyulur, uyulması gerekir? Tersini de soralım; hukuk devletinde hakim/mahkeme sıfatı olmayan bir kişi “şu kişi hapsedilsin ya da serbest bırakılsın, şu mahkeme kararı uygulanmasın” diyebilir mi, derse ne olur?

Arkasında insanlığın binlerce yıllık acı deneyimleri olan “hukuk devleti” ve ilgili kavramlarla verilecek yanıtlar bellidir aslında. Üzerine de binlerce cilt yazılmıştır.


***

Siyasetle ilgili de soralım; herhangi bir yaptırımı ve açık düzenlemesi olmadığı halde parlamenter sistemlerde hükümeti kurma görevi niye önce en çok oy alan partiye, sonrada hükümeti kurma ihtimali olan partilere verilir? Bunun belli olan cevabı; siyasi ve hukuki gelenekler, iktidarın meşruiyeti gibi kavramlar üzerinden verilir. Arkasında da gene insanlığın binlerce yıllık birikimi vardır.

***

Basit gibi görünen her iki soruyu da güncel siyasetimize bağlayayım. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’la ilgili AİHM kararlarının yerine getirilmesi çağrıları üzerine bir soruyu cevaplandırdı: “Buna yorum yapmaya gerek yok ki. Biz, Avrupa Birliği’nin Kavala’yla, Demirtaş’la, şununla, bununla ilgili aldığı kararları tanımıyoruz. Olay bu kadar basit. ‘Yok’ farz ediyoruz. Bizim indimizde bunlar yok hükmündedir. Bunları kaç kez açıkladık. İster anlasınlar ister anlamasınlar. Bizim yargımızın vermiş olduğu kararın üzerinde biz, Avrupa Birliği kararı tanımıyoruz. Ne biliyorlarsa onu yapsınlar”.

***

İki ay kadar önce de varlık nedeni ülke yönetimine talip olmak olan muhalefet partilerine "Ülkenin yönetimine talip olduklarını söylemekten vazgeçmelerinin kendileri için daha iyi olacağını da hatırlatmak istiyoruz" demişti.

Oysa AİHS’ye taraf olmamız bir yana, kendi iktidarları zamanında CMK’de yapılan değişiklikle AİHM’nin “ihlal kararlarının”, hatta “dostane çözüm ve tek taraflı deklarasyon sonucunda düşme kararlarının” yargılamanın yenilenmesi gerekçesi olarak kabul edilmesi kuralı getirilmişti. Muhalefetin iktidara talip olmasından vazgeçmesini istemesindeki garabeti ise anlatmaya gerek yok.

Asıl bağlamak istediğim yere geleyim: Bir mahkeme kararının, Anayasa hükmünün ya da siyasi iktidarın değişimine ilişkin kuralların uygulanmasını son tahlilde halkın buna uyulmaması göstereceği tepkiden çekinilmesi belirler. Hele iktidar sahiplerine fiili ve hukuki dokunulmazlık söz konusu ise anayasal ve meşru haklar olan barışçıl gösteriler ve direnme hakkı hukuk tanımaz iktidarların hukuka uymaları için kaçınılmaz hale gelir. Bu hakların kullanılmasına ön ayak olacak partiler/örgütlü yapılar şu ya da bu gerekçe ile bu alanı kullanmayacaklarını belirtir ve kullanmazlarsa seçimler iptal edilir, kayyumlar atanır, hükümet kurma görevi verilmez ve mahkeme kararları ‘yok farz edilir’.

***

Muhalefet bu tutumundan geç de olsa vazgeçmeye başlamış görünüyor. Olumludur. Artan tepkileri disipline etmek ve sönümlendirmek amaçlı değilse sonraki iktidarlar için de uyarıcı olacaktır. Ancak asıl önemlisi özellikle geçiş döneminde hukukun üstünlüğünün ve hukuk devletinin toplumsal olarak en üst düzeyde benimsenmesi için neler yapılacağı olacaktır. Hukuksuzluğun toplumun tüm hücrelerine sirayet ettiği ağır ve sıra dışı bir iklim söz konusu. Dolayısı ile bir daha hiçbir kimsenin hukuk dışına çıkmaya cesaret edemeyeceği koruyucusu halkın olduğu bir hukuk iklimi oluşturulmalı. Tam burada tekraren Anayasa çalışmalarının halka mal edilmesi gereğine işaret etmek isterim.

***

Gözden kaçırılmaması gereken bir husus da bazı muhalif aktörlerin kavramlar ve kurallara ilişkin yaşanan tahribatın boyutunu yeterince değerlendirememeleri. İktidar değiştiğinde siyasetin ve hukukun sıfır noktasında olmayacağız. Bürokrasiden akademiye, yargıdan ekonomik ilişkilere kadar oluşmuş ve kök salmış sorunların yalnızca kuralların eşit uygulanması, liyakat ve helalleşme yaklaşımı ile çözülemeyeceği açık.

Gitmekte olana ve gidişine odaklanmak kadar geleceğin nasıl inşa edileceğinin de tartışılması gerek.