Hırsızlar kelimelerimizi de çalıyor. Her bir muhalif kelime çalındıktan sonra teker teker katlediliyor ve ‘öbür dünyaya’, zorbaların dünyasına intikal edebiliyor. Yıllardır hep yaşıyoruz bunları.

Sözlerimizi, cümlelerimizi bile çalıyorlar! Onlara söylediklerimizi, dönüp pişkince bize söyleyebiliyorlar. Sıradan ve hatta muhalif gibi görünen kelimeleri dahi kendi tahakkümlerinde harç olarak kullanıyorlar.

En fazla çaldıkları kelimeler arasında özgürlük ve hatta devrim var. Özgürlük kelimesine türbanla el koymuşlardı ve Devrim (!) yapmadıkları alan kalmadı!

Kelimelerimizi çaldırınca ne yapacağız? Elbette “nüfus kimliğimi çaldırdım, hükmü yoktur” diye ilan verdiğimizde ölmüş olmuyoruz, birileri bizim adımıza sahtekârlık yapmasın istiyoruz. Dolayısıyla ‘özgürlük’ ve ‘devrim’ kelimesini bile çaldıklarında, aslında tek derdimiz, bu kelimeleri hırsızların kullanmasını hükümsüz kılabilmek.

Nasıl?

Özgürlük ve devrim kelimelerini harcıâlem şekilde kullansalar da elimizde hâlâ sosyalizm ve devrimcilik var neyse ki! Ve bir de ‘sınıf mücadelesi’ ifadesinden çok korkuyorlar.

Sınıf mücadelesi sadece egemenleri korkutmuyor, kimi kimlik indirgemecilerinin de asabını bozuyor. Mesela Kürt sorunu tartışılırken “Hadi önce PKK’ye terörist desene” dayatması hep vardır. Şimdi de sınıf mücadelesi deyince, sosyalist olduğunu söyleyince, “niye Kürt veya niye Alevi demiyorsun” dayatması çıkıyor karşımıza. Oysa sosyalist kelimesi millet kimliklerine, dinsel kimliklere ikame edilemez ki. Çünkü o kimlikler Ezilenler başlığı altında hep içkindir zaten. Kürt ve Alevi gibi kimlikler ‘ezilenler olarak’ sosyalist sözlükte elbette yer alır, yasak filan değildir.

Ama yasak kelimelerimiz de olmalı. Mesela ‘Keşke’ demeyi yasaklamalıyız kendimize. Çünkü keşke deyip durmak sadece mızırdanmaktır; baskı devam ediyorsa, özgürlük gasp ediliyorsa, keşke’leri geride bırakıp “o halde daha da etkili direnmeye ve örgütlenmeye devam edeceğiz” diyebilmektir devrimcilik.

“Keşke şunları yapabilseydik, keşke şunları yapmasaydık” deyip durmak sadece mazerete sığınmaksa, o halde, keşke yerine sıkı bir özeleştiriyle “Madem durum böyle, o halde ne yapacağız?” diye sormalıyız. Bu soruya devrimci cevabın ‘sosyalist dayanışma’ ile bulunacağını bilmeliyiz. Bu cevabın imkânının da sosyalist dayanışmayı toplumda sınıf mücadelesi zemininde örgütlemekte olacağını görmeliyiz.

Yol dergisinin 5. sayısında ‘Tartışma Süreci ve ÖDP Üzerine Hatırlatmalar’ başlığıyla ‘keşke’leri geride bırakıp ‘o halde’ diyerek yapılması gerekenleri sıralayan ve özeleştiri de içeren bir muhasebe yer almıştı. Bugüne dek ilerici ve emekçi halk kesimlerinin verdiği büyük direniş mücadelesi vurgulanarak şu önemli tespit yapılmaktaydı: “Ancak çok açıktır ki bütün bunlar bu halleriyle mevcut düzenin ve rejimin iç içe geçmiş krizinin derinleşerek devam ettiği bir ortamda solun devrimci bir siyasi seçeneği yaratmasına yetmemektedir.”

Birçok arkadaş gibi yerel seçimler sonrası nisan ayında bu köşede ben de dile getirmiştim: “Eski dönemin yapıları, örgüt tarzları, mücadele biçimleri miadını doldurdu.”

BirGün’de yayınlandı, ÖDP’nin 8. Olağanüstü Kongresi için çağrıda bulunan PM metnini okumuşsunuzdur: Kongrenin “toplumsal yaşamın her alanını dinci bir zorbalıkla kuşatmaya çalışan karanlık düzene karşı bir seçenek yaratmak için başlangıç” olacağı söyleniyor.

O halde; yolumuz açık olsun, devrimcilerin yolu açık olsun… O halde, o yolda yürümeye devam edeceğiz. Başka yolu yok, başka yolumuz yok.