İnsan yıllardır üzerine çalıştığı konuları, bir film vesilesiyle de olsa herkesin konuşmaya başladığına şahit olunca acı bir mutluluk duyuyor. Bu mutluluğu arkadaşlarım da paylaşmış olacak ki Don’t Look Up filmi, Netflix’te gösterime girdikten hemen sonra birkaç arkadaşımdan aynı anda “izledin mi, tam senin konular” konseptli mesajlar geldi. Tavsiyelerin şiddetiyle, Adam Mckay’in yönettiği, hikâyesini David Sirota ile birlikte oluşturdukları filmi hemen oturup izledim. Kısaca özetlemek gerekirse; gezegeni yok edecek büyüklükte bir kuyruklu yıldız hızla dünyaya yaklaşmaktadır ve bir doktora öğrencisi bu kuyruklu yıldızı keşfeder. Hocasıyla birlikte hesaplamalarını yapar ve bu kuyruklu yıldızın 6 ay 14 gün sonra dünyaya çarpacağını tespit ederler. Kuyruklu yıldızın büyüklüğü ve hızı itibariyle çarpışmayla birlikte dünyadaki yaşamın yok olacağı açıktır. Komedi, bu iki bilim insanının, devlet erkanına ve kamuoyuna bu son derece önemli gerçeği açıklamaya çalıştıklarında başlar. Çünkü karşılaştıkları şey; umursamazlık, alaycılık, etkileşim veya rating malzemesi olarak görülmekten ibarettir.


Bu haftaki Köşe Vuruşu’nda Don’t Look Up (Yukarı Bakma) filminin temasına ve eleştirdiği başlıklara yakından bakmak istiyorum.

NEYİN ALEGORİSİ?

Adam McKay ile film hakkında yapılan mülakatlardan öğreniyoruz ki aslında filmin en büyük derdi iklim değişikliği. Öyle ki, McKay daha önce iklim değişikliğini anlatmak için 5 farklı fikir denemiş ve hiçbiri içine sinmemiş.* Daha sonra hikâyeyi birlikte yazdığı David Sirota ile konuşurken, haber medyasının bu konudaki pasifliği üzerine “bir meteor dünyaya çarpacak ama herkes bunu bilmesine rağmen anlamamış gibi yapıyor” örneği akıllarına gelmiş. Yani aslında kuyruklu yıldızın dünyaya çarpması, iklim değişikliğinin bir alegorisi. Zaman zaman görüyoruz bazı bilim insanları bu konuyla ilgili korkunç gerçeklerden söz ediyor. Dinliyor, şaşırıyor ve unutuyoruz. Hepsi birkaç dakika olup bitiyor. Sonra önümüze başka bir yumak düşüyor ve onunla oynamaya başlıyoruz. Bütün bilimsel kanıtlarına ve bilim insanlarının çırpınmalarına rağmen, iklim değişikliği gibi tüm insanlığı ilgilendiren bir konuda dahi ciddi bir ortak adım atılamıyor. Filmdeki Beyaz Saray sahneleri politikacıların bu konudaki tutumunu ağır hicvediyor ama gerçeklerden hiç uzak değil.

ÂNA SIKIŞMAK

Yalancılar ve yalancılık her çağda vardı. İçinde bulunduğumuz çağa özellikle “hakikat sonrası” denmesinin en büyük nedeni, yalancılığın artması değil hakikatin önemsizleşmesi. Bu da bilimi ve uzmanlığı tanımayarak başladı. Filmde bilim insanlarının çıktığı televizyon programı sahnesi de televizyonun yükseliş çağıyla başlayan ve sosyal medyayla arşa varan hakikat kaybı sürecini anlatıyor. Merkezi sosyal medya platformları ve onların algoritmalarının insanlığa yaptığı en büyük kötülüklerden biri “o an” odaklı yaşamayı bir bağımlılık haline getirmesi. Filmde dünyaya bir kuyruklu yıldız çarpacak diye uyarmaya çalışan bilim insanlarının o an ciddiye alınmaması da bununla ilgili. Çünkü o anda çarpmıyor. Pencereyi açıp bakınca kuyruklu yıldız bile görünmüyor, 6 ay gibi çok uzak bir gelecekten söz ediliyor. Öyleyse o ânı ilgilendirmiyor. O an yoksa, trend topic değil ve üzerinde durulmaya değer de değil. Dünyaya bir kuyruklu yıldız çarpıyor olmasa da pek çok konuyu bu şekilde yaşıyoruz. Douglas Rushkoff, bunu Present Shock (Şu an şoku) diye ifade etmişti. Rushkoff’un bu kitabı Türkçe’ye “Hemen Şimdi Budalası” (Ufuk Kitapları, 2015) diye çevrildi ki, bu tabir de hiç fena değil. Çünkü sadece bu âna odaklı düşünmek, budalalıktan başka bir şey değil. Biz bunu sosyal medya üzerinden tartışsak da günlük gazeteler için bile bunun söylendiği zamanlar var. Örneğin; Jorge Luis Borges, “Borges Sekseninde Sohbetler” (Can Yayınları, 2017) kitabında yer alan bir söyleşisinde “Ömrümde gazete okuduğumu sanmıyorum. Geçmişi bilebiliriz ama bugün bizden gizlenmiştir. Bugün, tarihçiler ya da kendilerine tarihçi diyecek romanlar tarafından bilinecek” diyordu. Borges, sosyal medya çağına yetişmedi ama onun günlük gazeteler üzerinden anlattığı şey, bugün çok daha kısa anlara sıkışmış durumda. Her şeye birkaç dakika bakarak bildiğimizi varsayıyoruz. İklim değişikliği konusu örneğin 15 dakika Greta Thunberg ile trend topic olabilir, çok etkileşim alan tweetler yağar, sonra birkaç meme ve video ile hızla ciddiyetten uzaklaşır ve başka konuya geçeriz.

Don’t Look Up filminin sert eleştirilerinden biri de her şeyi eğlenceli işleme takıntımıza ilişkin. Zaman zaman günümüzde gazeteciliğin yeniden dikkat çeker hale gelmesi için bu köşede yaratıcı, eğlenceli haber sunumu önerdiğim için bu konuda çok masum sayılmam. Ancak ciddi işlenmesi gereken konular her zaman var ve her konuda espri yapmak zorunda değiliz. Oysa sosyal medya hepimize en ciddi konularda bile espriler yapma, meme’ler üretme, alaycı tavır takınma alışkanlığı kazandırdı. Bu konuda neredeyse hiçbirimizin (sosyal medyada aktif olanları kastediyorum) bağışıklığı yok. Çok seviyoruz, belki de hakikatin ağırlığına böyle katlanıyoruz. Ancak bu durum hakikati daha da önemsizleştiriyor olabilir. Filmde iktidarlarını korumak isteyen siyaset-sermaye otoritesinin “yukarı bakma” diye kampanya başlatması ve hakikatin farkında olan bir avuç insanın da yukarı bakmakta ısrar etmesi, sosyal medyayla ilişkimizin bir alegorisi olarak da okunabilir. Çünkü telefonlarımızı ve dolayısıyla sosyal medyamızı aşağıya bakarak kullanıyoruz. Hatta şimdi at gözlüğüne benzeyen VR gözlük setleriyle iyice hakikatten uzaklaşmamıza neden olabilecek Metaverse vizyonu önümüzde duruyor. Sanırım yukarıya bakmamamız için her şey denenecek.


* https://www.nytimes.com/2021/12/12/business/media/dont-look-up-news-media.html?action=click&module=RelatedLinks&pgtype=Article