Epeydir hepimize bir çip taktılar ve bu çipler iyice kontrolü ele geçirdi. Akıllı telefonum her sabah uykumun hesabını sormakla kalmıyor, aynı zamanda sürekli adımlarımı da sayıyor. Lokmalarımı saymaya da hevesli ama onun için daha vakit var. Arada biraz fazla yürüyünce de ışıklı janjanlı tebriklere, kutlamalara geçiyor.

Adalet için yürüyenlerin akıllı telefonları da muhtemelen mutluluktan uçmuştur iki haftadır. Şaka bir yana bu uzun yürüyüşün anlamı nedir? Daha genel olarak protesto yürüyüşlerinin anlamı nedir? Neyi değiştirir bu yürüyüşler?

Bu sadece farkındalık yaratmayı amaçlayan bir siyasi reklam mıdır? Kim katılır ve niye katılır bu yürüyüşlere?

Kime ne faydası vardır?

Belki de tersinden bakmak gerek. Bu soruları kim seslendirir? Devlet, hükümet, yerel yönetimler bu yürüyüşlerden neden rahatsız olurlar?

Bu yürüyüşlere eskiden sıkça katılanlar bilir. FETÖ’cü ya da değil Türk polisi bütün gücüyle ve hainliğiyle yürüyenlerin kafasını kolunu kırmıştır. Sivas Katliamı’nın protesto mitingi dağılırken kırmıştır, 1 Mayıs kutlamaları dağılırken kırmıştır, Gezi protestolarında kırmıştır... her zaman kırmıştır ve bazen de öldürmüştür. İşi cinayete kadar vardıran rahatsızlığın altında yatan nedir?

Muktedirin korkusu tarihsel. Rus Devrimi de, Gandi de, Kadın hakları da, Amerika’da siyahlar da bu tür yürüyüşlerin etkisiyle bir şeyleri değiştirdiler. Birçok yürüyüşün kısa vadede olumlu bir etkisi yokmuş gibi görünür. Hatta demokratik olmayan ülkelerde bu yürüyüşler daha baskıcı uygulamaları da beraberinde getirebilirler. Ancak orta ve uzun vadede bunların hayatı iyileştirici yönde mutlak bir karşılığı vardır. En devletli yürüyüşlerinde, devlete en uzak yürüyüşlerinde insan hayatına dokunan bir yanı vardır.

Kimisi bu yürüyüşlerde pozitif bir enerji görür, yaratıcılık bulur. Kimisi içini döker boşaltır. Mutlaka hayatta bir karşılığı vardır bu yürüyüşlerin. İnsan kendini iyi hisseder. Doğru ve duyarlı davrandığının farkına varır. Kolay değildir siyasi yürüyüşlere katılmak. Öyle seçim mitingine gidip beleş köfte ekmek yemeye benzemez. Pasif bir oburluk hali değildir. Bir şey yapman gerekir. Liderin karizmasından ziyade katılanın bedeninde, ruhunda bir harekettir. Patron istedi diye, belediye gönderdi diye mesai yapar gibi katılınmaz yürüyüşlere.

Eskiden yürüyüşlere katılanların sayısı azdı; muhtemelen her şehirde, her kasabada üç aşağı beş yukarı, müdavimler birbirbirini bilirdi. Zaten bilmeyen kafasında veya orasında burasındaki dikiş izlerinden anlardı.
Şimdilerde katılım arttı. Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşü’ne onbinler katılıyor. Gübreye çamura aldırmadan insanlar katılıyor ve yola devam ediyorlar.

AKP’nin ironik bir biçimde Türkiye siyasetine katkısı bu oldu. Eskiden sadece sosyalistler, Aleviler ve Kürtler polis zulmüne ve belediye çirkefliğine maruz kalıyordu şimdi kitleselleşti; Halk Partilisi, milliyetçisi, vicdan sahibi dindarı, aklınıza kim gelirse, hepsi bu zulme ve çirkefliğe maruz kalıyor. Kılıçdaroğlu’nun yanında iki haftadır yürüyen Hıdır Aydur, yürüyüşe katılmasını ‘Demokrasimizi kaybettik ve onu geri istiyoruz’ diye ifade etmiş. Çok değerli bir şeylerinizi kaybetmediyseniz zaten kolay kolay katılmıyorsunuz bu yürüyüşlere.

Neden yürüyüşlere katılınır, neden protesto edilir sorusuna bir başka yanıtı, Ocak ayında Donald Trump’ın seçimini protesto eden kadınlara katılan gazeteci Kate Maltby vermişti: ‘Bugün yürüyoruz, çünkü yürümezsek yapabileceğimiz tek şey, her gece yastığımıza sarılıp sessizce çığlık atmak’.
İyi haftalar ve bol şanslar.