Çanakkale’de, Ortaköy Gelibolu Piyade Taburu’nda askerliğini yapan Yunus Şahin’in taburu Nisan 1995’te Hakkâri, Yüksekova’ya operasyona gönderildi.

Taburun birinci bölüğü, Yüksekova ilçesine bağlı Aşağı Ölçek köyünde çobanlık yapan Nezir Tekçi’yi 28 Nisan 1995’te gözaltına aldı, 50 er ile birlikte operasyona götürdü.


Yunus Şahin, sonrasında olanları şöyle anlattı:

Dönüş yolunda, komutan Ali Osman Akın, Nezir Tekçi’yi, örgüt üyelerinin ve silahlarının nerede bulunduğunu söylemezse öldürmekle tehdit etti. Çoban Nezir hiçbir şey bilmediğini söyledi.

Bunun üzerine Ali Osman Akın, Kürtçe konuşan erlerin ellerini kaldırmalarını söyledi, 20 kadar er elini kaldırdı. O erlerden Nezir Tekçi’ye ateş etmelerini istedi. Erler ateş etmedi.

Komutanın isteğini, ikinci birlikten Teğmen Kemal Alkan yerine getirdi, çobanı vurdu. Daha sonra erler de Ali Osman Akın’ın tekrar emretmesi üzerine Nezir Tekçi’ye ateş etti. Bu sırada Kemal Alkan, birliğin mayın sorumlusundan mayını birleştirmesini istedi. Nezir Tekçi defalarca vurulduktan sonra bir patlama sesi duyuldu.

Yunus Şahin, önce Nezir Tekçi’nin kıyafetlerinin havada uçuştuğunu, ardından da Kemal Alkan’ın, erlere, çobanın gövdesinden ayrılmış başını saçlarından tutarak gösterdiğine şahit oldu.

Ailesi, çoban Nezir’i uzun yıllar aradı, resmi makamlara defalarca başvurdu. Ne çobanın cenazesine ulaşabildiler ne de akıbetine dair bilgi edindiler. Savcılık takipsizlik kararı verdi, soruşturma kapatıldı.

Ta ki, 2010’daki “normalleşme” dönemine dek. İktidarın o zamanki propagandasına uygun olarak tekrar açılan soruşturmalardan biri de Nezir Tekçi’yle ilgiliydi.

Yunus Şahin’in ifadesi, olaydan 15 yıl sonra alındı. Bu ifadenin ardından tamamlanan soruşturma sonucu, emekli Albay Ali Osman Akın ile Yarbay Kemal Alkan hakkında ‘canavarca bir his sevki ile veya işkence ve tazip ile kasten öldürme’ suçlamalarıyla 2011 yılında iddianame düzenlenerek dava açıldı.
Dava kapsamında, olay yerinde keşif ve kazı da yapıldı, insan kemikleri, mermi kovanları ve kıyafet parçaları bulundu.

Sanıklar sadece bir kez mahkeme önüne çıkarıldı. Hakkari 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlayan, güvenlik gerekçesiyle Eskişehir 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ne nakledilen davanın 29 Mart 2012 tarihli duruşmasında sanıklar ilk ve son kez mahkeme huzurunda ifade verdi, olayla ilgilerinin olmadığını söyleyerek suçlamaları reddettiler.

Bu arada konjonktür değişti, yıllar geçti. Bulunan kemiklere, mermi kovanlarına, diğer delillere ve görgü tanığı ifadelerine rağmen davanın 11 Aralık 2015 tarihli duruşmasında iki sanık da “suçun sabit görülmemesi” nedeniyle beraat etti. Dosya Yargıtay’da ama nasıl sonuçlanacağını tahmin edebiliyoruz.
Çünkü AKP’nin dönemsel politikasına hizmet amacıyla ama sanıkları da çok zora düşürmeyecek şekilde açılan bu tür davaların hepsi, aynı şekilde sonuçlandı:

“Türkiye’nin tam üyelik süreci ile başlayan ve bu davaların açılmasını mümkün kılan 2000’li yılların başındaki dönem, AB görüşmelerinde gelinen nokta ile tümüyle kapanmış görünüyor. Açılan az sayıda davada sanıklar birer birer beraat ettirildi ve böylece 1990’lı yılların ağır insan hakları ihlalleri ile kısmen de olsa yüzleşme imkânı ortadan kalktı.”

Nezir Tekçi davası gibi ‘sonu başından belli olan’ davalarla ilgili bilgiler, Hafıza Merkezi’nin “1990’lı Yıllardaki Ağır İnsan Hakkı İhlallerinde Cezasızlık Raporu: Kovuşturma Süreci” raporundan. Yukarıdaki değerlendirme de öyle.

Bu örneklerde de bir kez daha görüyoruz ki, hukukun işleyişi siyasete bağlıdır, siyasetin izin verdiği kadardır, siyasetten bağımsız bir hukuk yoktur. Hukuk-siyaset ilişkisinden ‘yüzleşme’ çıkarmak, konjonktür ne olursa olsun bu sistemde hiçbir dönem mümkün olmaz.