Erdoğan “fikri iktidarlarını tesis edemediklerini” söyledi ve gündemi yine (!) belirledi. ‘‘Hükümet olmakla muktedir olmak, muktedir olmakla iktidar olmak arasındaki farkı inanıyorum ki iyi biliyorsunuz. Gerçek iktidarın, fikri iktidar olduğunu gayet iyi biliyoruz” dedi. Ayrıca “Eğitim ve öğretimde, kültürde arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlayamadığımızı düşünüyorum” dedi. “Medyamız bizim sesimizi ve nefesimizi yansıtmıyor” cümlesini bile kurdu.

Haliyle bu sözleri epey tartışıldı. Bir yanıyla bakarsanız, zaten hakiki anlamda eğitime ihtiyaçları olmadığını, kendi maarif/eğitim anlayışlarında epey yol aldıklarını söyleyebilirsiniz. Tarikatların yuvalanması, müfredat filan bir yana, beş yıl önce 1 milyon 200 bin diye hedefledikleri imam hatipli sayısı şimdi 1 milyon 400 bin değil mi? İyi de hâlâ niye gençleri cezp edemiyor?

Çünkü gençler de zındık!

Ayrıca “18 yıldır fikrî iktidarını kuramadı çünkü fikri yok zikri var, fikir mertebesinde sadece taassubu var” da diyebilirsiniz. Nitekim uzun süre kendi siyasi İslamcı fikirlerini de bir nevi gizledi ve bir süre memleketi hep başkalarından ödünç aldığı fikirlerle yönetti. Böylece dün ak dediğine bugün kara diye diye aslında fikir mikir takmadığını da sergiledi. Oysa fikri iktidarımızı kuramadık deseler bile damgalarını vurdular. Hani kovboy filmlerinde sürüdekilere vurulan damga vardır ya, işte öyle. Meclisi de zaten ıstampa olarak kullanıyorlar.

Öte yandan birkaç yıl öncesinin toplumsal cellâdı IŞİD belki tasfiye edildi ama zihniyeti her yanda hâlâ kol gezmiyor mu? Yılların tecrübesiyle şunu öğrendik. Siyasi İslam’ın “fikri ve zikri” bu coğrafyada siyasetin içeriğini de biçimini de belirleyen en önemli faktördür.

IŞİD İslamcılığını dehşet içinde tanımıştık. Öteki dünyayı vaat ediyor ve bu dünyada kölelik (cehennem) karşılığında öte dünyada özgürlük (cennet) milyonları cezp edebiliyordu. Yalan mı? AKP’nin siyasi İslamcı fikirlerine ve zikirlerine de 18 yıl boyunca ibretle tanıklık ettik. Sadece öteki dünyayı vaat etmedi, yaşanan dünyayı daha fazla vaat etti. Dünyevi konularda, eğitimde, yargıda, askeriyede ve her alanda iktidar/hâkimiyet tesis etti. IŞİD “yok” belki, ama tarikatlar en büyük holdinglerle yarışıyor, iktidarda her makamda kadrolaşıyorlar.

Sadece laikliğin canına okuması bağlamında değil AKP meşrebindeki piyasa İslamcılığında, bazı ritüelleri yerine getirdikten sonra her şey serbesttir! Hırsızlık, cinayet, yalancılık, kişiye biat, ahlaksızlık karşısında adil bir uygulamadan söz edebiliyor muyuz? Çünkü AKP’ninki tam da bu dünya için yaşanan bir İslamcılık oldu, bir nevi “dünyevi maneviyat” âlemi…

Ve görünen o ki o âlemin de sınırlarına gelindi. Kısacası bir uçurum kenarındayız.

İnsanlarımızın önemli bir kesimi kandırılmış değildi, ikna (edilmiş değil) olmuştu ve böylesine inanmış ve daha da beteri bu tercihlerini kendi menfaatlerine denk görmekteydiler. Çünkü serbest piyasa ve piyasa İslamcılığı tercihinde, itiraz ve muhalefet hariç her şey serbestti. İşte bunun da sınırına gelindi. Şimdi o sınırı siyasi İslamcılığın “fikri” düzeyinde yeniden tahkim etmek derdindeler.

Gerçi fazla kaygılanmalarına gerek yok. CHP yönetimi başta olmak üzere muhalefettekiler de zaten onların milliyetçilik ve dindarlık yönündeki “eksiğini” gidermek için canhıraş çabalıyorlar. Bir nevi zikirleri iktidarda fikirleri muhalefette hallerindeyiz.

Son olarak, bu ülkenin sosyalistleri şunu unutmamalıdır: Hiçbir şey bizim yüzümüzden olmadı, bütün bu felaketlerin sebebi kesinlikle bizler değiliz. Kendimizi suçlamayalım. Her zaman bir “yarın” olur ve dolayısıyla “bugün” hep yarım kalır. Kendi yarınlarımızı ve yarımlarımızı tamamlamak ve onların heveslerini yarım bıraktırmak şartsa, şunu bilmeye devam edelim yeter:

Zikirlerimiz değil elbette ama eylemlerimiz bugünkü koşullarda yeterli olmasa da eşitliğe, özgürlüğe ve dayanışmaya dair fikirlerimize güvenimiz tamdır.