Bu yazıyı İngilizce yazsaydım, bu dilin en alengirli laflarından birisi olan “challenge” kelimesini başlığa taşırdım, altına da başka bir

Bu yazıyı İngilizce yazsaydım, bu dilin en alengirli laflarından birisi olan “challenge” kelimesini başlığa taşırdım, altına da başka bir şey yazmaya gerek duymazdım. Kelimenin anlamlarını okuyunca bana hak verirsiniz: “alnını karışlamak, bağışıklık, davet, düello, dürtü, gözdağı, hiçe saymak, iddia etmek, insanı kamçılayan bir durum, itiraz, kafa tutmak, kimlik sormak, parola sormak, sorun, doğruluğunu tartışmak…” Üstelik hukuk dilinde “challenge” deyince “iddia, itiraz, reddi hâkim, talep”, siyaset dilinde de “meydan okumak” demiş oluyorsunuz…
Buyurun işte, tam da bugün, “iddialar” karşılıklı olarak birbirine “meydan” okumuyor mu? Kulağımıza yine iddiaların “iç yüzünü” üfürmeyi sürdürüyorlar… Elbette bu tür üfürüklerin çoğunun “üfürükten tayyare” olduğunu tecrübeyle bildiğimizden temkini elden bırakmıyoruz.
O halde ne edeceğiz? Alt alta sıralanan iddiaların dış yüzünün şimdilik iç yüzünden daha çok önemli olduğunu farz etmeyi sürdüreceğiz. Yani sadece gördüklerimize inanacağız! Hele şu son haftada olup bitenlere bakın: MİT’e baskın, askeri karargâha baskın… Başbakanlıkta Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanıyla yapılan acil zirve… Ardından subayların gözaltına alınması… Neyse, herkesin bildiğini burada tekrarlamayayım. Ezcümle, şimdi de buna “Gladyo operasyonu” diyorlar… (Yoksa Ergenekon’dan vaz mı geçtiler?!)
Kendi adıma konuşuyorum: Hakikaten böyle bir şey oluyorsa, yeminle söylüyorum, bugünü bir “demokrasi bayramı” olarak ilan edelim!
Ama gün o gün değil ki! Aynı gün Kürt siyasetçilerinin ellerine kelepçe takılıyor. Peki niye? Darbeye mi yeltenmişlerdi? Ne etmişlerdi? Seçimle iş başına gelmişlerdi. Yani “militarizmi” tasfiyeye yeltenirken sivil Kürt siyasetini tasfiye edenlerle bayram kutlayamıyoruz, ancak demokrasinin cenazesini kaldırabiliyoruz…
Şimdi… Lenin olsa böyle bir tabloyu derhal “milli kriz” olarak tasvir ederdi; yani devrimcilerin jargonuna göre bir “devrim durumu”! Lakin “devrim” denilince de, öyle günlerde yaşıyoruz ki toplumsal devrim bir yana, toplumsal muhalefetin şahlanması dahi aklımıza gelemiyor.
Aklımıza gelen belli: Sistemin kendi bünyesinde yaptığı köklü bir değişim; sistemin kendi kendine devrimi! Yemeyenin malını yerler hesabı; devrim yapamayanın da karşı devrimini işte böyle yaparlarmış. Devrim için objektif şartlar sadece devrimcilerin değil karşı devrimin de işine yararmış… Efendim, demek ki, karşı devrim de ikiye ayrılırmış: bir sivil darbe, iki askeri darbe. Taraf tutabiliyorsan, tut bakalım! Ayrıca karşı devrim illa ki bir devrim tehdidi / ihtimali karşısında, ya da bir devrimden sonra gündeme gelmez ki… Karşı devrim dediğimiz şey işte düpedüz gericiliktir, baskıdır, faşizmin bir çeşididir; hani Kemal Sunal’ın “faşo ağayı” tarif ederken dediği türden bir şeydir…
Neyse, “Lenin kriterleri” kullandığımızda alametler çok… Hâkim sınıflar açısından bir değişiklik yapmaksızın hâkimiyetlerini sürdürmek imkânsız hale gelmedi mi? Geldi! “Üstteki sınıflar” arasında şu ya da bu şekilde bir kriz yok mu? Bal gibi var... Hâkim sınıfların politikasındaki bu kriz, ezilen sınıfların hoşnutsuzluk ve kızgınlıklarının ortaya dökülmesini sağlayacak bir gedik (fissure) açmadı mı? Açmasına açtı da… Bu gedikten içeri girecek mecal henüz yok! Gariban tekel işçilerini saymazsak tabii…
İşte böylesi gelişmeler “devrimin objektif şartları”.  Bu objektif şartlar da, müesses nizam bünyesindekilerin kendi kendilerine yaptıkları bir “devrim”in (karşı devrimin!) zeminini oluşturuyor… Müesses nizam (kurulu düzen) bünyesindeki egemen güçler ise, hepsi de son çözümlemede sermaye sınıfının çıkarlarını ve kimi kez sermaye sınıfının farklı kesimlerinin çıkarlarını savunan, siyasetçiler, devlet adamları, askerler, falanlar ve filanlar… Aslında devletin tapusu sermaye sınıfındaysa, zilyedi de müesses nizamdadır. Zilyet de, sahibi kendisi olsun ya da olmasın bir malı kullanmakta olan, elinde tutan kimsedir… Yani? Zilyetlik kavgası sürmektedir.
Bu yüzden müesses nizamdakiler artık karşılıklı olarak birbirlerinin üstündeki giysileri parçalayarak çıkarıyorlar, cümle mahremlikler ortadan kalkıyor. Ve artık örtülerinden sıyrılmış bir şey, yani OLİGARŞİ bütün organlarıyla, müstehcenliğiyle çırçıplak karşımıza çıkıyor. Oligarşi nedir ki? Oligarşi, iktidardaki bir avuç zorbadır, kardeşler…
Muhterem okuyucu, bu yazı  burada bitmez. Çünkü bu yazı yazılırken, karargahtaki aramalar da bitmemişti…Çünkü Televizyonlar, dan-dun flaş haber anons etmeyi sürdürüyordu… Az sonraaaaa! Bakalım az sonra ne olacakmış? Bugün de zaten en kritik MGK toplantısı vardı değil mi? Yani iddiaların içyüzü yine açıklanmayacaktı!