Cumhuriyet fikrinin temelinde de özgürlük yatar. Kişisel ve toplumsal bir özgürlük ahlakı. Çünkü cumhuriyet halk egemenliği demektir.

100. Yıl Cumhuriyet Alfabesi: Öz

100. yıldaki seçimlere ittifakla girip milletten umduğunu bulamayınca “hür ve müstakil” olmaya karar veren parti, aslında cumhuriyetin özgürlük ve bağımsızlık anlayışının ortalamasını da temsil ediyor. Özgür ve bağımsız değil, hür ve müstakil. Yani Öztürkçe değil, Yaşayan Türkçe. 

“Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” diyen bir kurucusu olmasına karşın, onun bu düşüncesini paylaşanlar da yine, onu sevip saymalarına karşın eleştirilerini eksik etmeyen sol sosyalist kesimler olacaktır; 1960’dan Turan Emeksiz, 1970’lerden Denizler, Mahirler ve tüm devrimciler.  

Çoğunluğun yanıp tutuşmasa da “hürriyet” kavramında ferdiyetçi bir yan bulurken, “müstakil”i de “bahçesinde ebruli hanımeli açan” bir ev olarak düşündüğü, yüzyılın sonuna doğru iyice, fakat ne yazık ki acıyla anlaşılacaktır! “Küçük olsun benim olsun” sözünde de bu mülkiyetçi tutumun izleri yok mudur? 

Ö harfini düşünürken, tabii özgürlükle başlayıp özde ile sürdürüp özlük de fena değilmiş diye aklımdan geçirip öz’de karar kılmamda, nerdeyse 70 yılını beraber geçirdiğimiz cumhuriyetimizin farklı kesimleriyle bir ortaklık kurabileceğim sezgisi önemli rol oynadı.  

Öz. İşte öpöz ve özbeöz bir cumhuriyet kavramı. Herkes kullanabilir, kullandı ve kullanışlı, ikinci yüzyılda da kullanılacağından hiç kuşkum yok! Çünkü öyle çok “öz”lü şey söylendi ki nerdeyse sözün özü oldu özlü sözler. 

Öz de, şey kavramı gibi her şeyin yerine geçer oldu. Öz şiirden Öz Türkçeye, Öz Türk’ten insanın özüne, felsefeden sosyolojiye, psikolojiden diyalektiğe, Kemalizmden Sosyalizme, milliyetçilikten İslamcılığa, doğacılıktan stoacılığa ve elbette askeriyeden siyasete her şeyde şiarımız, düsturumuz, umdemiz her şeyin özünü aramak ve bulduğumuz yerde özle kardeş olmaktı! Süt kardeş de olunabilirdi ama kan kardeşi olmak dururken, bu kadar özden bir şey varken süt ne demek oluyordu?  

Cumhuriyetin ilk yıllarında “biz bize yeteriz” yağıyla kavrulup giderken, İkinci Savaştan sonra dünya hallerine bakıp, bir zamanlar bir yerlerde ayrı düştüğümüz öz kardeşlerimiz olduğu hatırımıza düştü ve bulmaya başladık. Nihal Atsız’ın bir Türklük destanı olarak yazması için verdiği, Sabahattin Ali’nin de kahramanı Kürşat’ı aşkına esir düşüp Çin zindanlarında esir Türkler’i kurtarmayı unutan bir divaneye dönüştürdüğü Esirler oyununu hatırladım birden. Atsız buna çok kızacak ve Komünistlerin elinden kurtarmayı umduğu Sabahattin Ali’ye hıncı da bundan sonra katlanacaktır. 

Azınlıkların soyadlarını Öztürk yapma şehveti özümüze dönmeyi sağlamadığı gibi, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra boşta kalan Türk Cumhuriyetlerine savaştan sonra bulduğumuz özbeöz öz kardaş (karındaş) muamelesi yapmak da bir işe yaramayacaktır. 

Öze dönüş çabamız elbette yalnızca siyasette kalmayacak, Orta Asya destanlarıyla pekiştirilen ve asil kanımızla renklenen özel bir ırk olduğumuz düşüncesi giderek şanlı tarihimizle, atalarımızla, cet ve ecdadımızla övünmemize, böylece yeni tarih yazıcılığının yanı sıra, geçmişi yeniden ama bu kez parlak, görkemli ve çok coşkulu bir biçimde icat etmemizle sonuçlanacaktır. Geçmişin, yeni gelecek halini alması ve bu düşün gerçeğin yerine geçmesi ise “post-truth”dan da sonra yepyeni bir kavram ya da sözcük icat etmeyi gerektirebilir.  

Öze dönüş dile de uzanacak, bu kez milliyetçiler, gelenekçiler, Osmanlıcılar değil, Kemalistler, sosyalistler özellikle 1970’lerde dilde arılaşma, Öztürkçe yazıp konuşma tutkusunu adeta dünya görüşleri ve öğretilerinin bir gereği sayacaklar, Yaşayan Türkçeciler sağcı, Öztürkçeciler solcu olarak adlandırılacak, neredeyse posbıyık-sarkık bıyık tipolojisi gibi, vaziyet ivedilikle anlaşılacak, hemen tüm hükümetler de sağ ağırlıklı olduğu için TRT ve okullarda bazı sözcüklerin kullanımı sakıncalı bulunup yasaklanacaktır! 

Özlük hakları ise hemen tüm “öz”cülerin üzerinde anlaştığı tek “öz” olsa gerektir! Özlük hakları her ne kadar kişinin yaşama, özgür olabilme, düşüncesini ifade edebilme gibi en temel hakları olarak tanımlanıyorsa da bazı yerlerde, asıl olarak çalışanın işverenle yaptığı sözleşmede belirtilen ücret, çalışma saatleri, izin, tatil, emeklilik hakkı, sağlık sigortası, iş güvenliği ve sağlığı, işten çıkarma ve disiplin cezası gibi konuları kapsar.  

Belki de özün en hakiki kullanımı budur! Her ne kadar zamanla, özellikle de 1950’ler sonrası, memlekette iç göçün, köyden kente akının başladığı, kentleşmeyle birlikte apartman yaşamına geçildiği yıllarda bireyleşmenin de arttığı gözlenip, özel hayatın mahremiyeti, gizliliğinin yasayla korunması gibi insan hakları da gündeme geldiğinde “özel” sözcüğü nerdeyse tılsımlı bir eda kazansa da, özeli geneli, burası Türk ili, ayrımız gayrımız mı var samimiyetiyle özde değil sözde kalması da gecikmeyecektir! 

Özerk sözcüğü belki de cumhuriyetteki, tıpkı yedi kusurlu hareket gibi, söylenmesi, yinelenmesi, çoğaltılması, arzu ve talep edilmesi sakıncalı olan yedi sözcük ve kavramdan biri olup, Cumhuriyetin ilk yıllarında “muhtariyet” verilmesi söz konusu olan kimi bölgelerde dile getirilmesi zinhar yasak sözcüktür. Otonom bile diyebilirsiniz ama özerk asla! 

Özyönetim içinde “öz” taşımasına karşın özerkliği çağrıştırdığından olmalı, cumhuriyetin kuşkuyla baktığı bir yönetim biçimi oldu her zaman.1970’lerde Ecevit CHP Genel Sekreteriyken ve başbakanlığının ilk yıllarında biraz seslendirecek oldu, ama Mareşal Tito yönetimindeki Yugoslavya özyönetim uyguladığı için, bu modeli benimseyecek diye Ecevit sosyalist olmaktan Komünist olmaya bir dizi “suçlama”yla karşılaştı. Zaten Ecevit’in “halkçı” dönemdeki başbakanlığı çok uzun sürmeyecek, ikinci dönemdeki “şahin” Ecevit’inse aklına bile gelmeyecektir özyönetim! 

Özgürlük: “Ekmekten sudan öte/özgürlük en yüce aşktan yüce/özgürlük vazgeçilmez bir sevda”dır “yüreklerimizde”. Cumhuriyet fikrinin temelinde de özgürlük yatar. Kişisel ve toplumsal bir özgürlük ahlakı. Çünkü cumhuriyet halk egemenliği demektir. Arif Çağlar Cumhuriyet Fikri’ndeki (Derleyenler: Güçlü Ateşoğlu-Kurtul Gülenç, Ayrıntı Y., 2023) “Cumhuriyet Neydi? Bir Anımsama” yazısında bizim cumhuriyetimizdeki özgürlük anlayışını anımsatıyor: “geleneksel dinî yapıları dışlayarak kişisel ve toplumsal özgürlüğü savunan ve sınıfsız milli birlik temelli Durkheim öğretisi, cumhuriyetin yeni ideolojisi” olurken, kişisel özgürlüğü de toplumsal özgürlük lehine sınırlayacaktır. Yine Çağlar’ın dediği gibi “Gerçek cumhuriyetin özgürlüğünün ne olması gerektiği, sermaye egemenliğinin özgürlüğü yıkıcı, yanılsatıcı, yabancılaştırıcı gücünü alt etmek bilinciyle zihinlerde yaşıyor ve kavga konusu olmayı sürdürüyor”dur. 

“Sözde değil özde”. İşte bu deyim çok gözde! Belki de öz ile söz arasındaki uyak ilişkisini aşan ve tümüyle Janus hissiyatı uyandıran bu deyim, özellikle “sözde” öneki ile bir suçlama sıfatı haline gelecek ve nerdeyse ötekileştirmenin, düşman yaratmanın vazgeçilmez kavramı olacaktır. 

100 yıllık cumhuriyet, “size ne oluyor, memlekete komünizm lazımsa onu da biz getiririz!” diyen valileri ve daha neleri olmuş bir devlet, tabii ki bizden iyi bilecekti neyin özde neyin sözde olduğunu? Hem unutulmamalı ki “her ağacın kurdu özünden olur” özlü sözü de tecrübeyle sabitlenmiştir.  

Sözün “öz”ü budur!