100. Yıl Cumhuriyet Alfabesi: Sümer

Kurtuluş Mahallesi’nde çocuktum, Kurtuluş İlkokulu’nda beşi bitirdim, 19 Mayıs Ortaokulu’nda okudum, Atatürk Lisesi’nden sürüldüm, şimdi annem ve kardeşlerim Sümer’de oturuyor. Kadim başkanımız, eski rektörüm, Anadolu üniversitelerini yaygınlaştıran öncü isim Yılmaz Büyükerşen’le aynı mahallede oturuyoruz. Hoca yirmi beş yıl Eskişehir’i yöneterek Es Es’imiz Eskişehirspor’umuz, Amigo Orhan’ımız, kaptanlarımız İsmail ve Fethi gibi efsane adlardan oldu. 

Otobüsten ve dolmuştan Sümer durağında iniyoruz. Bunu söylemenin sevincini hâlâ duyuyoruz. “Çocuktum ufacıktım / top oynadım acıktım...” dizeleriyle başlayan şiiri ilk okuduğum günden beri biliyorum Sümerbank’ı, sonra da Beykoz Kundura’yı.  

Bizim Sümer Köprübaşı’ndaydı, yanında Emlak Kredi vardı, onun da yanında galiba 1960’ların en güzel yapılarından Subay Orduevi, arkasında da eski Ermeni kilisesi, çocukluğumuzun Asri Sinema’sı, şimdi Tepebaşı Belediyesi Zübeyde Hanım Kültür Merkezi, Alican orada çalışıyor. 

Halkçılık, Cumhuriyetin yapıtaşlarından olduğu için, biz doğduğumuzda vardı, sonra da hep olacak sandık, Turgut Uyar’ın “Durunca anlaşılır saatın kaç olduğu” dizesini o zaman bilmiyormuşuz, durunca anladık! O güne değin erkenden keşfetmenin sevinciyle genç Süreyya Berfe’nin “Sen Basmasın” şiirini okuyup, devrimleri konuşuyor, tartışıyor, çoğunu az ya da eksik buluyor, Troçki’den esinle “sürekli devrim”in şart olduğunu savunuyorduk, hâlâ savunuyoruz, o ayrı!  

Devrimler sürekli olmayınca, yerini başka türden rejimlerin aldığını dünyada da gördük, Türkiye’de de yaşıyoruz. Ve 100. yılını buruk değil bumburuşuk “kutladığımız” Cunhuriyetin bir yüzyıl önce bu ülkede nasıl kurulduğuna şaşıyoruz! İkinci yüzyılda bu şaşkınlığın eyleme dönüşmesi ve yeniden fabrika ayarlarına dönülmesi değil, daha da ötesine taşınması en büyük arzumuz! 

Fabrika dedim, Sümer’e, Beykoz’a ve Şeker’e... Dahası da vardır ama en çok bunları biliyorum, ikisi Eskişehir’de de kurulmuştu zaten. Nasıl Bomonti memlekette laikliğin, kadın-erkek eşitliğinin, özgürlüğün bir temsiliyse, Sümer ve Şeker de Cumhuriyetin fabrikaları olarak devletçiliğin bir temsili. Halkçılık düşüncesinin de gereklerinden elbette. 

Sümer’in Eskişehir’deki bir adı da Basma’ydı. Sümerbank için kumaş üreten fabrikanın adıydı ve doğrudan halkçı bir duygu uyandırıyordu. Annemle gidiyorduk Sümer’e, bayram önleri, arife günleri, kış başı, bahar sonu, nerdeyse özel günlermiş gibiydi Sümerbank’a her gidişimiz. Annem ikişer ikişer götürüyordu diye hatırlıyorum altı çocuğu, Kemal’le beni, Ali’yle Halil’i, sonraki yıllarda da Dilek’le Nazan’ı. Babamın mağazalara, Sümer de olsa, girdiğini pek görmedim, kendisi sonradan ucuz giysiler satan bir dükkân açacaktı ortağıyla! 

Sümer, kuşkusuz ulus devletin de temsiliydi, aynı zamanda kendine yetmenin, dışarıya avuç açmamanın, kıt kaynaklarla ülkeyi doyurmanın, beslemenin, giydirmenin, okutmanın da... Ve şimdi kimilerince nostalji duygusuyla anımsanan, kimileri içinse Cumhuriyeti kötülemek ve yaptıklarını küçümsemek için kullanılan “Yerli Malı yurdun malı” haftasının ve şiarının da. İlk kez Atatürk tarafından 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde dile getirilen bu söz, “herkes onu kullanmalı!” dileğiyle devam eder.  

Şimdilerde lüks ve şatafat içinde sarhoş neomüslümanların başındaki zat “itibardan tasarruf olmaz!” diye büyüklenirken, 1932’de bu ülkede, eski Komünist yeni Kemalist, Kadro hareketinden Vedat Nedim Tör’ün yönettiği İktisat ve Tasarruf diye bir dergi çıkıyor ve kapağında cihan güzeli seçilen Keriman Halis yerli malı incir, üzüm, fındık yemeye çağırıyordu yurttaşları. 

Cumhuriyet gürbüz çocuklar yetişsin ister, sağlıklı kızlar, güçlü oğlanlar, Sovyetik bir üslup vardır afişlere çizilen genç suretlerinde, benzerlerini Sosyalist Arnavutluk afişlerinde de gördüm. Yerli malı incirler, narlar, elmalar, ayvalar, üzümler, kirazlar, portakallar o afişlerde, sepetlerden taşarak iştah uyandırırlar, ağız sulandırırlar, şimdi kederinden mi yokluğundan mı bilmem dumanı göz sulandırıyor! 

Girişte kısacık özyaşamöyküsünü okuduğunuz eski çocuk, ben, hem yerli malı haftalarına yetiştim, nara şiir yazacağım o günlerden belliymiş, sanırım ortaya karışık yazdım, olsun, hem de Amerikan tereyağı ve süttozuna! Okullarda dağıtılırdı ordu malı ABD ürünleri ve kokusu tadından, tadı kokusundan uzak gelirdi bize, sonra bazı bakkalların el altından sattığını duyardık, üstelik mandıra zamanlarıydı henüz! 

Sümerbank “yurdun malı” olanı “yurdum insanı”na sunmak için vardı. Dayanıklı, sağlıklı, ucuz ve kimsenin “aa pişti olmuşlar!” diye ayıplayamayacağı kadar yaygın ürünler sunardı. Herkes giyerdi, herkesin evinde Sümer’den alınma eşyalar olurdu. Şimdi çocukluk kadar yakın ve yakınlık kadar sıcak anlar hatırlıyorum o günlerden, Sümer sevincinden. 

Cumhuriyetin ilk kamu yatırımı olmasından ötürü de bir simge Sümerbank. 1933’te kuruluyor ve 1935’te ilk fabrikası Kayseri’de açılıyor. Kimin desteğiyle? Sosyalist olmasalar da mazlum üçüncü dünya halklarını destekleyen ve dünyanın ilk sosyalist devrimini gerçekleştiren Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ya da kısaca Sovyetler Birliği’nin hem teknik, altyapı, makine, uzman hem de parasal desteğiyle. Yani bir anlamda enternasyonalist bir girişim, ne yazık ki II. Dünya Savaşından sonra değişen dünya düzeninde iki yakın ve dost ülke, uzak ve düşman olacaklardır birbirlerine ve yarım kalacaktır çok şey de!  

“Çok sözler edildi onlara dair” dizesi gibi Nâzım Hikmet’in, çok güzel, çok doğru şeyler söylendi Sümerbank’a dair: “Cumhuriyetin sanayi okulu” denildi örneğin, “eğitim yuvasına dönüştürülen” bez fabrikasından söz edildi, bir mucize olduğu belirtildi, “bir zamanlar Türkiye bir Sümerbank ülkesiydi” cümlesi kuruldu, “Malatya’yı kent yapan kurum” diye nitelendi, “Cumhuriyetin dev projesi” olduğu unutulmadı, “yok edilen bir cumhuriyet değeri” olduğu geç anlaşıldı, “bir dönemin toplumsal eşitleyicisi” olduğu yönünde müthiş bir saptama yapıldı ve bu yazının da fikrine çok uygun biçimde “bir komünist masal” olduğu da vurgulandı. 

Köy Enstitüleri nasıl eğitimin en az ulaşabildiği bölgelerde kurulduysa, Sümerbank da benzer bir yaklaşımla, özel sektörün ilgisini çekmeyen kentlerde, sanayi kuruluşlarının olmadığı yerde kuruldu, fabrikalar açtı, mensucat, pamuklu, basma, bez üreterek, sonraki fabrikalara da öncülük etti. İşçi sınıfının gelişiminde de katkısı oldu. 40 bin çalışan, 43 fabrika, 500 mağaza ve 41 banka şubesiyle bir Sümerbank kültürü ve alışkanlığı da yarattı, bunlar cumhuriyetçi alışkanlıklardı kuşkusuz. Cumhuriyetin laik aile modelini de kapsayan ve İhap Hulusi’nin yaptığı afişler köylüsünden kentlisine çağdaş yurttaşlar bilincini oluşturmaya yöneliktir. Ucuz, kaliteli, zarif ürünleriyle kasabadan kente, çocuktan gence, yaşlıya herkese uygun bir cumhuriyet mağazasıydı. İlk kamu iktisadi teşekkülü olan Sümerbank’ın adını da Atatürk’ün koymasında hiç kuşkusuz Hitit, Eti, Sümer gibi Anadolu uygarlıklarıyla olan akrabalığın payı vardır. 

1987’de özelleştirilirken “Türkiye’yi ve Sümerbank’ı çok seviyorum” sloganı kullanılmıştı. Kampanyayı o yıllarda çalıştığım, Ersin Salman başkanlığındaki reklam şirketi Ajans Ada yapıyordu. Son televizyon reklamlarından biri hâlâ aklımda, “derisi deri köselesi kösele, bu ayakkabı alınır! Tahta yok, mukavva yok, yumuşak esnek, bu ayakkabı alınır! Ayakkabı Sümerbank’tan alınır!” Zira reklamı ben yazmıştım! Reklamın televizyonda yayımlandığı günün ertesi yazar arkadaşlarım Can Kartoğlu ve Oğuzhan Akay’la birlikte Osmanbey’deki Sümerbank mağazasına gittiğimizde kalabalıktan içeri girememiştik, girebilsek bir ayakkabı da ben alacaktım!