Ankara hâlâ “Angara” olarak anılıyorsa bunu biraz da Ulus’a borçlu. Seymenlerini yollarda göremiyorsak da radyolardan, plaklardan duyuyoruz...

100. Yıl Cumhuriyet Alfabesi: Ulus

Ulus’u yazmamak olmazdı diye düşünülemez elbette. Sonunda birini seçmek zorunda kalsam Ulus’u seçerdim doğal olarak. “Türkiye’nin kalbi Ankara, Türkiye’nin meydanı Taksim”diye yazdım, Ulus’a ne yazacaktım? Türkiye’nin avlusu olabilir mi? İktidar Millet Bahçesi yapıyor ya sağa sola, aslında Türkçesiyle Ulus Bahçesi ya da Türkiye’nin Bahçesi de sayılır Ulus. Kurtuluşun, kuruluşun bahçesi. 

1923’e dek Taşhan Meydanı olarak anılıyor, meydan ne bilsin o yıl Cumhuriyetin kurulacağını, üstelik tam da çevresindeki kimi yapıların milletin meclisine çevrilip, 1923 Devrimi’nin de oralarda siyasal anlamına kavuşarak Cumhuriyet diye adlandırılacağını, kendi adının da Ulus olacağını? Şimdi Kurtuluş Savaşı Müzesi olan 1. Meclis ile Cumhuriyet Müzesi olan 2. Türkiye Büyük Millet Meclisi de onun bağrında kurulduğu için, adı da 1923’te “Hâkimiyet-i Milliye Meydanı” oldu. 24 Kasım 1927’de ünlü Zafer Anıtı meydana yerleştirilince “Millet Meydanı”, 1928’deki Harf Devriminden başlayarak da “Ulus Meydanı” oldu. 2023 sonunda gittiğimde hala Ulus Meydanı’ydı, şükürler olsun! 

İstanbul’un aslında Avrupa yakası, tarihî yarımada ve Pera’yı da içermesi, bilhassa Galata olması gibi, Ankara da en çok Ulus’tur. Ulus bir Ankara Hükümeti, Ankara Cumhuriyeti gibidir, onun başkentidir. Kuşkusuz Cumhuriyeti kuranların ilk meclislerinin Ulus’ta olmasının, Kalesinden çarşılarına Ulus ve çevresinin “Engürü” ya da “Angara”yı temsil etmesinin de bunda büyük payı vardır. Ankara 13 Ekim 1923’te Başkent ilan edildiğinde, 20 bin nüfuslu küçücük bir kasabaydı! Hatta sevmeyenler için “büyük bir Asya köyü”nden başka bir şey değildi! 1. Ulusal Mimarlık Döneminde (1923-1930) bugün Cumhuriyet mirası olarak gördüğümüz pek çok yapı Ulus ve çevresinde yapıldı. 

Zafer Anıtı ya da kısa adıyla “Heykel”, aslında Atatürk Heykeli 1927’de yapılır ve kamu nizamının temsilcisi olarak kentin merkezini de belirler, tıpkı ondan bir yıl sonra, 1928’de yapılan Taksim Cumhuriyet Anıtı gibi. Onda asker, sivil, halk ve Kurtuluş Savaşı’nda Türkiye’ye desteklerinden ötürü iki Sovyet generali de vardır. İki anıt birbirlerinin şahsında özgürlüğü ve cumhuriyeti selamlar gibi selam verirler birbirlerine. 

Ne yazık ki ikisinin de yer aldığı meydanlar artık Cumhuriyet düşünün görülmediği meydanlardır. Bir tevatür olarak her ikisine de Cumhuriyetin ilk yıllarında kılıksız, yoksul görünümlü kişilerin sokulmadığı rivayet edilse de, bugünkü görünümleriyle Ortadoğu ülkelerinin meydanlarından farkları olmadığı görülecektir. Oysa her iki meydan da kentlilik bilincinin merkezini oluşturmaları amacıyla yapılmış ve Genç Cumhuriyetin kalkış noktalarını olmuşlardı.  

Köyden kente çoğu kere zorunlu iç göçün 1950’lerde başlayıp 75 yıldır sürmesi, buna bir de Arap, Afrika ve Asya ülkelerinden savaş ve yoksulluk nedeniyle göçenlerin eklenmesiyle, kentlerin çeperlerinde oluşan ve kente aidiyet bilinci olmayan hane halkları, vaktiyle sokulmadıkları, yakınından bile geçirilmedikleri rivayet olunan meydanları bugün gündüz ve gece asıl sahipleri olarak dolduruyorlar. Taksim’de kurulan gece pazarları bir Ortadoğu gecesini aratmazken, Ulus Meydanı Ankara’yı 25 yıl yöneten zihniyetin, belki de bir modernlik parodisi olarak yaygınlaştırdığı kitsch’in mirası olarak tanınmaz halde Cumhuriyetin 100. yılında. Türk-İslamcı sentez Ankara’ya imparatorluk simgesi kapılar yaptırdı, öte yandan dev şişme dinozorlar getirdi, muhtelif fanteziler sonucunda ortaya çıkan eklektik manzara ise “Batı’nın sadece teknolojisini alırız, kendi geleneklerimiz ve kültürümüzle yaşarız!” heyheylenmesinin “görsel garabet”i oldu. Neyse, adam “ucube” demişti heykele, biz “garabet” demekle yetinelim Ankara’ya yaptıklarına! 

Ankara hâlâ “Angara” olarak anılıyorsa bunu biraz da Ulus’a borçlu. Seymenlerini yollarda göremiyorsak da radyolardan, plaklardan duyuyoruz ve onlara benzemeye çalışan Angaralı Faruk, Turgut, Adnan ve çeşitleriyle “Angara havası” alıyoruz, çalıyoruz! “Angara’yla gırşeher’’in oyun havalarındaki yakınlığını da unutmadan, “Erik Dalı”nın da nerdeyse ulusal oyun havamız olduğunu söyleyebiliriz! 

1970 ve 80’li yıllarda Ankara’da lise ve üniversite öğrencisiydim, her genç gibi Gençlik Parkı’nı gezmek istedim, ilk gittiğimde kapıda Mustafa Kemal Atatürk imzasıyla ona ait olduğu vurgulanan “Komünizm Türklük âleminin en büyük düşmanıdır. Her görüldüğü yerde ezilmelidir” cümlesini gördüm! Herhalde adı Gençlik Parkı olduğu için gençleri Komünizmden korumak amacıyla yazmışlar kapıya bu sözü diye düşündüm. Şimdi Komünizm kalmadı düşüncesiyle de sanırım kaldırmışlar kapıdan! Bir şiirimde, “Mektup Yaz!”da da değinmiştim bu “sorunsal”a! “Mektup yaz, bu kış Türkiye’ye Komünizm gelsin / mektup yaz, kimseye görünmesin Ankara’da / Gençlik Parkı’nın kapısında beni beklesin”. Meğer biz onu “Godot’yu Bekler”gibi beklemişiz, beklemekle gelir mi Komünizm, çalışmakla gelir, yeteri kadar çalışkan değilmişiz! Lise 1. öğrencisiyken “çekindiğim” bir siyah-beyaz fotoğrafım da vardır parkın gençlik kapısında, onun bana en çok benzeyen resim olduğunu düşündüm uzuuuuun yıllar sonra: “Kendime en çok on yedi yaşımda benziyormuşum / buldum o çocuğu Gençlik Parkı’nın önünde / yıllar seni eskitememiş dostum, ifaden aynı / yarısı tebessüm yarısı korku dolu o çehre”.  

İstanbul’un Hatırası çoktur, belki de en çok hatırda kalanı, Anadolu ve dahi Şark ile Cenup vilayetlerinden vatandaşların aynı zamanda Garp’la ilk yüz yüze gelerek tanıştıkları şimdi “esir düşmüş” Haydarpaşa Garı’dır ki böyle gar değme memlekette bulunmaz! İstanbul Hatırasından mülhem Ankara Hatırası var mıdır, varsa yeri neresidir, galiba Ulus ve çevresidir. Zafer Anıtının önüdür, Gençlik Parkı’dır, Kale’dir, Hacı Bayram Veli’dir, Etnografya Müzesi’dir, ki1930’da açılmış olup memleketin en eski müzelerindendir. Hepsi de önünde, yanında, içinde “Angara hatırası” “çekinecek” kıymetlerdir ya, belki de Ankara’nın gizli tarihi sayılabilecek Rüzgârlı Sokak’tır asıl hafıza mekânı, hatıra mekânı. 

Gazeteler, matbaalar, barlar, pavyonlar, meyhaneler, yazarlar, şairler ve polisleriyle Rüzgârlı Sokak, yalnızca Ulus’un, Ankara’nın değil, memleketin de kaderinde mühim rol oynamıştı vaktiyle. Hem CHP’nin genel merkezi oradaydı hem de Ulus gazetesi başta, Ankara’nın tüm gazeteleri. Mehmed Kemal de çalışmıştı orada Ahmed Arif de yıllarca. Ankara’nın ünlü gazetesi Yenigün ve sahibi Kemal Bayram Çukurkavaklı da Rüzgârlı Sokak’la özdeşleşmiş adlardır. Ankara, Ulus’tan başlıyorsa, Ulus da Rüzgârlı Sokak anılmadan üşür!  

Ankara’yı sevmeye Ulus’tan başlanır.