Cumhuriyetin en “kıymetli” saz şairlerinden biri var, “Âşık” deyince herkesin anlayarak iç geçirdiği ve “Koca Veysel” dediği Cumhuriyet Âşığı. “Veysel” deyince de “Âşık” anlaşılıyor zaten. “Âşık Veysel” demek çok kitabi kalıyor bu ümmi güzelliğin yanında.

100. Yıl Cumhuriyet Alfabesi: Veysel

“Şair” deyince Nâzım Hikmet anlaşılır erken Cumhuriyet döneminde, “Gazi” Çankaya’da ya da Dolmabahçe’de, “Şairi çağırsak gelir mi?” dediğinde, görevliler onun Nâzım Hikmet olduğunu anlar, zaten ezbere bildikleri evi gözü kapalı bulurlarmış. Bir “şair” daha var, aynı zamanda da “Üstad”, Yahya Kemal Beyatlı’nın da böyle iki unvanı var, ama “Üstad” tartışmasız Necip Fazıl Kısakürek’e ait. Sezai Karakoç’a da “Üstad” diyor inanç çevresi, ben Sezai Bey derim. “Hoca” deyince yalnızca bir şair gelir akla, o da kuşkusuz Behçet Necatigil’dir, öğrencisi şair Hilmi Yavuz da bir bakıma hocanın unvanını devralmış gibidir. Şiirimizin de Hilmi Hoca’sı ve Cevat Hoca’sı vardır, Çapan. “Sarı Hoca” deyince İsmail Beşikçi, Kurtuluş Savaşı yıllarında “Sarı Paşa” denilince Mustafa Kemal. “Doktor”u da sol çevreler ve polis bilir elbette, Hikmet Kıvılcımlı. Başkaları da vardır, örneğin yalnızca “Paşa” deyince bile postalarının Bodrum’daki adresine ulaştığı rivayet edilen Zeki Müren. Bir de Cumhuriyetin en “kıymetli” saz şairlerinden biri var, “Âşık” deyince herkesin anlayarak iç geçirdiği ve “Koca Veysel” dediği Cumhuriyet Âşığı. “Veysel” deyince de “Âşık” anlaşılıyor zaten. “Âşık Veysel” demek çok kitabi kalıyor bu ümmi güzelliğin yanında.  

“Üçyüz onda cihana gelen” Veysel, 1894’de dünyaya gelmiş diyelim de hesabı düzeltelim! Sivas’ın Şarkışla ilçesinin Sivrialan köyünde doğar. 7 yaşındayken de gözlerini çiçeğe kaptırır. Yasaklanmış Bektaşi tekkelerinde dedelerden, âşıklardan gördüğü yol görgüsü, bir nev’i nefs terbiyesi de sayılabilecek müzik eğitimi, geleneksel saz ve bağlama ile Alevi-Bektaşi-Kızılbaş öğretisini tasavvufla buluşturan ve bu kültürün Cumhuriyet dönemindeki en bilinen, yol açan ozanı olan Âşık Veysel, aynı zamanda en tartışmalı saz şairlerinden biri de oldu, olmayı da sürdürüyor.  

Âşık Veysel’in ya da dönemin, henüz Atatürk dönemidir, 38 öncesi yani, Veysel kadar ünlenmeyen ozanlarının Cumhuriyetle olan bağları değerlendirilebilir, dönemin tahliliyle birlikte gündeme getirilebilir, eleştirilebilir de... Tıpkı her şey ve herkes için olduğu gibi. Buna Cumhuriyetin kurucuları, Kemalist yönetim, kadrolar da dahildir, zaten de yapılagelmektedir. Fakat verili koşullar, dünya ve memleket ahvali içinde ele alınırsa bir anlamı olabilir bunun. Her şey güllük ya da günlük gülistanlık gibi görülüp, hem ne zaman öyle olmuştur ki ilk yüzyılda, yargılarda bulunmak, dahası saldırmaksa ancak eski rejim yanlıları, yeni Osmanlıcılar ve Cumhuriyetten rövanşı almak isteyenlerle onların yandaşlarının yapacağı türden işlerdir.  

Cumhuriyet iki kültürü bir arada var etmeye çalıştı. Bunlardan ilki “halkçı” bir yaklaşımla halk kültürünün canlandırılmasıydı. Folklor da hiç kuşkusuz bunun için en geniş ve kapsamlı bir alan, işleyişini sürdüren, canlı bir olanaktı. Özellikle de şiir ve müzik ve bunun halk buluşması olan halk türküleri, deyişlerdi. Bu konuda görevlendirilen ve devrimin coşkusuyla kendisini bu işe adayan Şair Ahmet Kutsi Tecer, aynı zamanda Sivas Cumhuriyet Lisesi edebiyat öğretmeniydi, 1931’de Âşıklar Bayramı’nı düzenledi. Burada ilk kez “görünür” ve “duyulur” olan Veysel, 37 yaşındaydı. İlk şiiri ise 39 yaşında, 1933’te Cumhuriyetin 10. Yılı onuruna saz şairlerinden istenen şiirdir, “Atatürk’tür Türkiye’nin ihyası” dizesiyle başlar. Tecer Anadolu köylerini dolaşarak derlemeler yapar ve halk şairlerini araştırır. Veysel de Cumhuriyetin en “nadide” keşiflerindendir. Öyle ya cumhuriyet, aruza karşı hece, Divan şiirine karşı halk şiiridir. Veysel “halkçı aydınlanma’yı temsil eden, kaynaktan yetişmiş bir ‘ümmi” âşık olarak bulunmaz nimettir. Cumhuriyet nasıl halk şiirinin geleneğin en önemli parçası olmasını ve bir “halkçı değer” olarak ulusal kültüre kazandırılmasını biraz da Veysel’e borçluysa, Veysel de gözleri açılmasa da ufkunun açılmasını Cumhuriyete borçludur. 

Cumhuriyetin var etmeye çalıştığı ikinci kültür ise Batı kültürüdür kuşkusuz. “Muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak” için bu kültürün müzikten baleye, tiyatrodan operaya, denemeden felsefeye pek çok alandaki ileri hamlelerinden yararlanmak, bunları kentli yurttaşlarla buluşturmak, Maarif Vekâleti Klasiklerini tüm yurda dağıtmak ve Fransız İhtilalinin armağanı olan Aydınlanma düşüncesiyle kültürel donanımı yüksek, cumhuriyetin gelecek kadrolarını oluşturmak için gereklidir: Kırsalda Köy Enstitüleri, kentlerde Halkevleri ve Cumhuriyetin kültür kurumları aracılığıyla başlatılan seferberlik. 

Veysel’i eleştirmek yerine yargılayanlar, onu rejimin, Çankaya’nın şairi olarak görenler, Ece Ayhan ironik eleştirisinde “halk şairi” yerine “Halkevi şairi” diyerek bir anlamda da doğru bir şey söyleyecektir, acaba şimdi Saray yancısı müzisyenler, “sanatçı”lar için ne diyeceklerdir, merak ediyorum. İlkinde “Bir Millet Uyanıyor” ifadesinde karşılığını bulan, bir ülkenin aydınlanmasıyla, yoksul kimsiz kimsesiz bir köylünün sözünün sazının ve sesinin değerlenmesi, gün ışığına çıkması söz konusu iken, şimdi olanın biat etmezse, malından mülkünden kazancından olacağı, “gözden uzak olanın gönülden de ırak olacağı”nın her vesileyle bunlara ve benzeri “yancı”lara da hatırlatıldığını bilmeyen var mı? 

Veysel’in giysilerinin uygun olmadığı gerekçesiyle Ulus Meydanına sokulmadığı efsanesi doğru olabilir, bilemeyiz, her devirde kraldan çok kralcı görevlilerin, Bekçi Murtaza’ların varlığı bilinir. Sanırım Veysel’in de buna benzer bir anlatısı vardır. Dediğim gibi doğru da olabilir. Ama aynı Veysel sonra Radyoevi’ne götürülecek, radyoya çıkartılacak ve artık sesi Ankara’dan tüm memlekete yayılacaktır. 

Nasıl kuruluşta devletin şairleri, yazarları, düşünürleri olduysa, halk şairlerinin, müzisyenlerinin olması da o denli doğaldır. Rejimle arası pek de sıcak olmayan yarı Osmanlı, yarı Cumhuriyetçi Yahya Kemal Beyatlı’nın da milletvekilliği, elçilik ve daha pek çok görevle de ödüllendirilip bir anlamda “devlet şairi” olması, onun şiirinin büyüklüğüne engel oluşturmadıysa, Veysel’in de “cumhuriyetin ozanı”, “Halkevi şairi”, “rejimin sesi sazı sözü” olması da çalıp söylediklerinin nerdeyse 100 yıldır bizi büyülemesine engel oluşturmamıştır. 

Konu ne zaman Aleviler bahsinde, Dersim’e, 37-38’e gelse, sesini çıkaranlar, çıkarmayanlar diye tasnife başlansa Veysel de bundan payını alır! Yargılanır, suçlanır. “Bütün dünya kan ağladı / Ağlayalım Atatürk’e” demiştir, “dağlar çiçek açar / Veysel dert açar” diyen de odur ve “topraktan olduk kardaşık / aynı yolcuyuz yoldaşık” diyen bir tasavvuf ehlinin, gönül gözü apaçık bir bilge kişinin zulme karşı kanlı yaş dökmesi de isyanı da içten içe olacaktır. 

Veysel’in gönül gözü, Neşet’in “Gönül Dağı”na açılacaktır.