Amedspor’a düzenlenen saldırının bir parçası da özenli hazırlandığı belli olan pankartlardı.

Pankartları tutan ’40 yaş altı’ gençlik, statta hortlayan bu kişileri tanıyor muydu? Bence hayır. Son dönemdeki ırkçı propaganda ile isimlerini öğrendiler ancak bu hortlakların aslında kim olduğunu bilmiyorlar.


Çünkü 90’lı yıllarda bu isimlerle birlikte çalışanlar dahi bırakın fotoğraflarını pankarta bastırıp taşımayı, tanış olduklarını bile kabul etmezdi. Hiçbiri, “arkadaş olunduğu için” övünülen kişiler değildi. Yıllar sonra açılan davalarda konuşan yol arkadaşları bile, Mahmut Yıldırım’ı da Tarık Ümit’i de tanıdıklarını, onu yapamıyorlarsa birlikte iş yaptıklarını inkâr ettiler. Aynı kişiler önlerine deliller konunca ve konjonktür mecbur bırakınca, beraber uyuşturucu işine girdiklerini de, cinayetlere karıştıklarını anlatmak zorunda kaldı. Tabii bütün suçları da yıllar önce ölen hortlakların üstüne atarak…
Pankartı taşıyanların ya da savunanların kaçı, bu isimlerin aslında uyuşturucu kaçakçısı olduğunu biliyor? Cinayetleri ‘vatan savunması’ için değil, öldürdükleri kişilerin servetlerini ele geçirmek ve ardından susturmak için işlediklerini?

Peki ya pankarttaki iki ismin aslında birbiriyle kanlı bıçaklı olduğunu?

Statta üç sembol pankart vardı: Beyaz Toros, Mahmut Yıldırım (Yeşil/Ahmet Demir) ve Tarık Ümit’e de Kurtlar Vadisi’ndeki Pala karakterine de benzeyen bir çizim.

Biz hatırlayalım, bilmeyen de öğrensin:

Sedat Peker’in 2011’deki ifadesine göre, Yeşil, İstanbul’da iki İranlı uyuşturucu kaçakçısını kaçırıp öldürmüş, Tarık Ümit de buna misilleme olarak öldürülmüştü. Rivayet muhtelif, diğer ifadelere göre de İranlı kaçakçılar, Ağar’a çalışan polislerce öldürüldü.

Kesin olan şu ki, uyuşturucu kaçakçılarının infazı ‘narkotik operasyonu’ değildi. Uyuşturucu rantının paylaşımında sorun çıkmıştı. Bunu da yine ben değil, o dönem infazları yapan polisler söylüyor.

Düşük rütbeli polislere inanmazsanız, Hanefi Avcı’yı dinleyelim: “Narkotik şube müdürünün yanına oturduğumda ölen İranlılardan birinin kardeşinin yazdığı dilekçeyi okudum, ayrıca bu dilekçeyi getiren MİT’çi arkadaş da olayı anlatıyordu, olaya göre ölen İranlılardan birinin kardeşine Yeşil kod adlı Ahmet Demir isimli bir şahsın telefon açtığını, ‘kardeşiniz elimizde’ diyerek para istediğini, İranlının Ziraat Bankası’nın Ankara Heykel Ulus şubesine para gönderdiğini, peşinden aynı kişinin tekrar para istediğini, söz konusu kişinin bir kez daha para gönderdiğini, bunun üzerine kardeşinin bırakılmasını beklerken ölüsü ile karşılaştığını, bu İranlılardan birinin aynı zamanda MİT ile irtibatlı olduğunu öğrendim. Daha sonra da bu olayla ilgili Yeşil’in MİT tarafından sorgulandığını, Yeşil’in ifadesinde parayı aldığını, ancak İranlıları kendisinin öldürmediğini, paranın yarısını da İbrahim Şahin’e verdiğini öğrendim.”

Kaçakçıları deyim yerindeyse ATM gibi kullanan Yeşil, JİTEM elemanıydı. Öyle büyütüldüğü kadar da ‘efsanevi’ bir karakter değildi, sadece bir tetikçiydi.

Tarık Ümit ise hem Emniyet hem MİT ile çalışmıştı.

Bu anlatılanların hiçbirine inanmadıysanız, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı iddianamesi var elimizde:

“…Emniyet teşkilatında görevli olan Mehmet Ağar, İbrahim Şahin, Korkut Eken ve diğer bir kısım teşekkül/örgüt mensuplarının terörle mücadele adı altında yola çıkıp bir süre sonra yasaların kendilerine verdiği yetkileri tam bir sorumsuzluk içinde ve kendi çıkarlarını gözeterek her türlü yasadışılığı meşru sayıp amaçlarına ulaşmak için her yöntemi uygun yöntem olarak benimseyerek yanlarına kamu görevlisi olmayan kumarhane işleticisi, uyuşturucu kaçakçısı ile katliam sanığı ve hükümlüsünü de alarak tam bir dayanışma ve işbirliği içinde hareket edip çeteleşme sürecine girdikleri, teşekkül mensuplarının, Anayasa ve yasaların kendilerine vermediği yetki ve görevi üstlenerek PKK terör örgütü ve terör örgütüne yardım eden şahıslarla mücadele görüntüsü altında cinayetler işledikleri anlaşılmıştır. …Tarık Ümit, Emniyet Genel Müdürlüğünde ve MİT’te istihbarat elemanı olarak görevlendirilmiş bulunmakla beraber, esasen onun da, Susurluk olayında adı geçen tüm kişilerle, yasadışı karmaşık ve karanlık ilişkiler ağının içerisinde bulunduğu görülmektedir. Aralarında yasadışı yollardan temin edilen paranın paylaşımından kaynaklanan ihtilaflar bulunduğu ve kaçırılmasının bu ihtilâflara istinat ettiği ifade olunmaktadır.”

En başta provokasyon dedim, çünkü bu kişiler gerçekte olduklarından çok başka şeylerin temsilcisi. Ancak karşılarında da bu ceberut, paragöz, her türlü kirli ilişkiye bulanmış güruhtan, 90’larda da şimdi de korkmayan kalabalık bir kitle var.

Yukarıda anlattığım davayı sorarsanız hâlâ sürüyor ama sanıklar olmadan…