Adaletteki en ufak bir sapma toplumsal hayatı altüst eder. Sabah akşam futbolda adalet aramamızın, istisnasız herkesin, her takımın, her yöneticinin şikâyetçi olmasının, birilerinin sürekli kendi hakkının yenmesinden söz etmesinin sebebi bu. Ülkedeki adalet erozyonu yüzünden yerinden oynayan değerler, başka alanların olduğu gibi futbolun da üstüne yıkılmış durumda. Tel tel dökülüyor ülke.

Adalet, nefret ve meşin yuvarlak
FOTOĞRAF: AA

On seneyi geçti aktif olarak spor yazıları yazıyorum. Şöyle de diyebilirim, ben ve bazı meslektaşlarım, memleketin futbolun iklimi üzerine sürekli ama sürekli aynı şeyleri yazıyoruz. Gerçekten bıktık artık futbolcuları boğaz boğaza getiren, taraftarlara bıçak çektiren, hakemler üzerinden durmadan nefret pompalayanlara “Yeter yapmayın bunu” demekten.

Yöneticilere, başkanlara, spor insanlarına, yorumculara, gazetecilere, futbolculara, teknik direktörlere, herkese herkese “Sağduyulu açıklamalar yapın; şiddeti, düşmanlığı, nefreti pompalamayın” diye yalvarmaktan.

Özellikle son yıllarda mesele, hiç olmadığı kadar hakemler üzerinde yoğunlaştı. Hep beraber oturup sabahlara kadar şu cümleleri dinliyoruz:

“Sayın seyirciler ne yazık ki yine futbol konuşamayacağımız bir akşamı geride bıraktık”

“Bu akşam hakemler yine maçın önüne geçti değerli izleyenler”,

“Sahanın dışı yerine yine sahanın içini konuşamıyoruz sevgili seyirciler”

Bu ve bin benzeri cümlelerin, tartışmaların, “kara gece”, yok efendim “utanç gecesi” filan laflarının, sabahtan akşama, akşamdan sabaha kadar süren konuşmaların tamamı, tamamı aslında bence adaletle ilgili. Çünkü adalet terazisinin dengesi bir yerde şaşarsa her yerde şaşar. Futbolda da mahkeme salonunda da bakkalda da. Çünkü ülkenin en tartışmalı konularından biri olan “hukukun üstünlüğü” ilkesi, bir yerde yara aldığı vakit, acısı hayatın her alanına sirayet eder.

Adaletteki en ufak bir sapma toplumsal hayatı altüst eder. Sabah akşam futbolda adalet aramamızın, istisnasız herkesin her takımın, her yöneticinin şikâyetçi olmasının, birilerinin sürekli kendi hakkının yenmesinden söz etmesinin sebebi bu. Ülkedeki adalet erozyonu yüzünden yerinden oynayan değerler, başka alanların olduğu gibi futbolun da üstüne yıkılmış durumda. Tel tel dökülüyor ülke.

Bir yandan da oyunun oyunsuluğu endüstriyel futbola kurban edildiği için keskin bir adalet anlayışı hepten önemli oluyor. Kazanmak para demek çünkü. Daha önce de defalarca yazdık, çizdik üzerine düşündük: Oradan buradan, her türlü açıdan çekim yapan kameralar, durup durup bir daha bir daha oynatıp yeniden izlemeler filan hep bundan. Kuralların işletilip işletilmediğini anlama telaşı da hep bundan. Yetmiyor VAR gibi bir teknoloji devreye giriyor ama yine kavga bitmiyor. Çünkü nihayetinde iş dönüyor dolaşıyor endüstriyel futbolun adaleti zorladığı noktaya geliyor: Para, hata payı kabul etmiyor. Masumiyet karinesi hiçe sayılıyor. Hakemler baştan suçlu olarak çıkıyorlar maçlara. Suçlu ve baskı altında. Ondan sonra da hep aynı laflar havada uçuşuyor:

“Hakem eyyam yapıyor”,

“Gördüğünü çalmıyor”,

“Hakemin kötü niyetli olduğunu düşünüyoruz”

Terazinin şirazesi çoktan kaymış. Adalet, hayatın her alanında sorgulanıyorken futbolda bütün bunları yaşıyor olmamıza zerre şaşırmamak lazım. Bir yandan bu söz ettiğim adalet meselesi, bir yandan radikal kötülüğü arkasına almış örgütlü nefret pompalaması, bir yanda toplumda yaşanan derin ayrışma/ayrıştırma. Olacağı buydu tabii. Olacağı buydu.

Zamanında Bursaspor-Diyarbakırspor maçında duyduğumuz korkunç tezahüratlardan sadece “kötü tezahürat” diye söz edilip geçilmeseydi, bugün çok başka noktalara gelinmiş olurdu. Hrant Dink’in öldürülmesinden sonra tribünlere beyaz bere ile gelenler, “Hepimiz Ogün’üz” alçak sloganını atanlar yok sayılmasa, unutulmasa, münferit kabul edilmese bambaşka olacaktı. Amed Sportif’in yöneticileri, maç sonunda, statta linç edilmeye kalkıldığında ortalık ayağa kalksaydı, Gomis’e o ırkçı söz ağızdan çıkamayacak, Deniz Naki’ye de o yumruk atılamayacaktı. Ya bu ülkede 10 Ekim Ankara katliamında yitirdiklerimiz anısına yapılan saygı duruşunda bir grup taraftar, Cumhuriyet tarihinin en korkunç terör saldırısında hayatını kaybedenleri sırf iktidar karşıtı oldukları için yuhaladı. Ötesi var mı?

Şunu da söylemeden edemeyeceğim. Halil Umut Meler’e atılan o korkunç yumruktan çok, yere düştüğünde atılan tekmelerden çıkamıyorum ben bir türlü. Tarihin filmi bizim memleketten bazılarını yere düşen, başını ellerinin arasına alıp kendini korumaya çalışan, savunmasız bedenlere attıkları tekmelerle hatırlayacak. O filmde bazısı gencecik bir üniversite öğrencisini, bazısı bir madenci yakınını, bazısı kararını beğenmediği bir hakemi tekmeleyecek. Biz onları insanlığa savurdukları tekmelerinden tanıyacağız.