"Sana ben ezelden geldim lan"
Spor yazısı yazmanın yine çok zor olduğu, ülke gündeminin, kalemi haklı olarak başka yerlere çekmeye çalıştığı, yazılacak pek çok başka şeyin olduğu bir zamandan bildiriyorum. Memleketin üzerine giydirilmeye çalışılan deli gömleğini sıyırıp atacağı umudunu veren, hepimize nefes aldıran, derin bir “ohh” dedirten seçim sonrası 29 kişinin hayatını kaybettiği bir felaket yaşadık. Sevincimizle kursağımız arasındaki mesafe çok azdır bizim zaten. Çok üzgünüz.
Ve fakat işimiz bu, spor yazmam için verildi bana bu köşe, yazacağız.
Bu satırlar yazılırken Trabzonspor-Fenerbahçe maçında ve sonrasında yaşanan korkunç olayların artçıları sürüyor elbette. Yenir yutulur, birden unutulur, üstünden atlanır geçilir şeyler yaşanmadı. Karşılıklı açıklamalar devam ediyor, Fenerbahçe ligden çekilmeyi gündeme getirdi, kongresini topladı, hepimiz konu üzerine yazmaya çizmeye düşünmeye devam ediyoruz ve biraz önce de cezalar açıklandı. Şimdi yine açıklamalar başlayacak, hep birlikte akıl yürüteceğiz, bazılarımız birbirine girecek, küfür kâfir, düşmanlık, taraftarlar arasındaki uçurum, şu bu.
Benim için mesele elbette dönüp dolaşıp memleketi getirdikleri halde düğümleniyor. Bunu burada, bir önceki yazımda uzun uzun yazdım, açar okursunuz isterseniz, beni oyalamayın şimdi, hadi. Ben bugün yine aynı hat üzerinden yürüyüp bu defa Trabzon kentine bakacağım. Trabzon kentinde ezelden beri var olan spor kültürüyle, kentte bugün futbolu yaşama biçimi arasındaki uçuruma bakacağım.
Eski adı tivitır olan fakat benim sanırım sonsuza kadar tivitır diyeceğim ve ölene kadar terk etmeyeceğim, şimdilerde x denilen platformda, malum hadiselerden hemen sonra “Medeniyet ve Trabzon mu ahahahahah” minvalinde bir tivit atıldı. Tiviti gören şahsımın aşırı kıymetli arkadaşı, sizin Aptulla diye bildiğiniz kullanıcı da bu tivite “Harhar gülüyorsunuz da Trabzon tarihi boyunca medeni bir şehirdi. Cumhuriyetin ilk operası Trabzon’da açılmıştır, yetiştirdiği edebiyatçı ve ressamlar dünya çapındadır. Ülkenin son yarım yüzyılda düştüğü kuburun derinliğine Trabzon’dan boy veremezsiniz. Hepiniz buradaydınız. Bir şehre futbol ve milliyetçilikten başka bir şey vermezseniz ne olurun özetidir Trabzon. Sayın ki çöküşün fragmanını Trabzon’da izlediniz; ülke sathına yayıldı adım adım. Beğenmediğiniz Trabzon köşede dursun, beğendiğiniz şehirlerinizi kurtarın bakalım. Bekliyorum sabırla...” diye cevap verdi.
Ben de “Dur dur bunu yazayım ben” dedim. Şimdi ben ona yıllardır verdiğim; “Kendimi dövmekten, futbol övmekten ve yaz sıcağına sövmekten vazgeçeceğim” gibi kimi sözlerimi tutmamış/tutamamış olabilirim. Bu, bunu tutmayacağım anlamına gelmez. Tutuyorum.
Trabzon, hepimizin malumu, Antik dönemden bu yana hep çok önemli bir liman ve ticaret kenti olmuştur. Liman ve ticaret kenti olmak demek bir takım ekonomik imkânlar demektir tabii ki. Bu imkânlar, Trabzon’da gelişmiş bir sosyal yaşam yaratılmasında çok etkili olmuştur. Sosyal yaşamın bir parçasını da, bugün anladığımız biçimde olmasa da spor faaliyetleri teşkil etmiştir. Yani şunu kolaylıkla söyleyebiliriz ki, Trabzon kentinde spor faaliyetleri tee Antik Yunan’da başlar.
Elimizde Trabzon ve çevresine ait en eski yazılı kaynak Ksenophon’un, Anabasis/Onbinlerin Dönüşü adlı çalışmasıdır. Ksenophon milattan önce 430 doğumlu Yunan filozof ve tarihçidir. Prens Kyrson’un, kardeşine karşı giriştiği savaşa gönüllü olarak gider. Dereler, tepeler, dağlar, bayırlar aşıldıktan sonra Trabzon’a gelindiğini, Zeus ve Herakles’e şükran için kurbanlar kesildiğini anlatır. Sonra karşımıza spor çıkıverir. Bence aşağıda vereceğim örnek, sadece Trabzon ve çevresinde milattan önce 4. yüzyıldaki spor etkinliklerini anlatmakla kalmıyor, aynı zamanda halkın günümüze kadar yansıyan nüktedan genlerini de açık ediyor:
“Kurban töreninden sonra, Drakonitos’a koşu alanı olarak işaretlediği yeri göstermesini istediler. O da o sırada bulunduğu yeri göstererek ‘Koşmak isteyen için bu tepe en iyi yarış sahasıdır’ dedi. ‘Nasıl olur?’ diye sordular. ‘Ya güreşlerde de bu çalılık ve katı toprak üzerinde mi güreşecekler?’ ‘Daha iyi ya!’ dedi. ‘Yere düşen, düştüğünü daha iyi anlar!’”
Biraz daha ilerleyelim. Roma’ya gelelim. Bu zamanlar, Trabzon’un Pontus Krallığı’nın en önemli liman kentlerinden biri olduğu zamanlar. Trabzon’da, milattan sonra 120 civarında İmparator Hadrianus’un ilk düdüğü çalmasıyla birlikte harıl harıl bir imar dönemi başlamıştır. Saraylar, tiyatrolar, su kemerleri ve mendirek gibi yapılar tamam. Ama bizi bu yazı bağlamında ilgilendiren Hadrianus’un spor faaliyetleri için bir hipodrom inşa ettirmesidir. Konu üzerine çalışan Henry Finnis Blosse Lynch’i okuduğumuzda, söz konusu hipodromun 1890’larda hâlâ ayakta olduğunu hatta Kommenos Sarayı’na yürüyerek kolaylıkla ulaşılabilir mesafede olduğu anlayabiliyoruz.
Kommenos Devleti’ni biraz daha kurcaladığımızda, kurucularından Aleksios Komenos’un cirit sporuna düşkünlüğüne çarpıyoruz mesela. Çoğu kaynaktan, bu düşkünlüğün canına mal olduğunu, Kommenos’un 1222’de bir cirit oyunu sırasında attan düşerek hayatını kaybettiğini öğreniyoruz.
1400’lere geldiğimizde yani artık krallığın son dönemlerine yakın bir zamanda, İspanya Kralı’nın Timur’a gönderdiği elçi Clavijo Trabzon’u “Kayalar üzerindeki iç kalede saray, hazine dairesi, evler, arşiv ve hükümet daireleri bulunuyordu. İç kale dışında ise güzel meyve bahçeleri, spor alanları, yarış yerleri, tiyatrolar, toplantı yerleri vardı” diye anlatıyor. Bu iz üzerinden devam ettiğimizde sur dışında da spor alanları olduğu, spor faaliyetlerinin halk arasında yaygın olduğu sonucuna rahatlıkla varabiliyoruz. Tarihçiler İç Kale dışındaki spor ve yarış alanları diye tarif edilen bölgenin Kavak Meydanı olduğunu düşünüyorlar hatta.
Trabzon’daki spor etkinliklerinin izini sürebileceğimiz bir diğer başka eser Dede Korkut’un Oğuznameleridir. Bak “eser” dedim canım sıkıldı. Otoyola “eser” diyen birtakım kafalar tarafından esir alındığımız için sinir yapıyor bende bu sözcük. Neyse dağıtmayacağım konuyu durun. Kanlı Koca Oğlu Kan Turalı adlı destanda Kanturalı Bey ve Bizans Tekfuru’yla mücadelesi konu alınır. Destanda Tekfur’un kızı Selcen Hatun’a âşık olan Kanturalı Bey’in evlilik için çeşitli spor yarışmalarına tabi tutulduğu anlatılır. Mevzu bu. Eser belediyeciliği konusuna cevabı da halkımız verdi evet.
Demem şu, kalktık gittik bir gazete yazısında bakabileceğimiz kadar Antik döneme kadar filan baktık. Trabzon’da sporun ne kadar köklü bir tarihi olduğunu gördük. Tarihinde, genlerinde ve ruhunda spor olan kadim bir kentin, bugün futbolu yaşama biçimindeki meseleyi Aptulla’nın tivitiyle siz bağlayın işte.
Ben Kazım Koyuncu’ya bağlayayım. Kazım Koyuncu bir zamanlar Trabzonspor için “En neşeli, en hüzünlü, en duyarlı, en vurdumduymaz, en hızlı, en ağır, en çabuk, en acelesiz yanımız” demişti. Âşık olduğu takım için başka pek çok şahane şey de söylerdi.
Trabzonspor, Kazım Koyuncu’nun uğruna akan suları durdurduğu, uğruna duran suları kudurttuğu takımdı. Trabzonspor, Kazım Koyuncu’nun kahramanıydı. Hep güçlülerin kazandığı bir dünyada, güçsüz denenlerin de kazandığı bir hayalin kahramanıydı. Statükoyu deviren, yenilmez denileni yenen, olmazı olduran takımdı.
Trabzonspor, Kazım Koyuncu’nun emanetidir. Ben bu Trabzonspor’dan vazgeçmem. Memleketi de, kadim şehirlerimizi de, takımlarımızı da bunların zihniyetine bırakacak değiliz. Bırakmıyoruz da işte.