Bir siyasal düzenin ne ölçüde demokratik olduğunun ana göstergelerinin başında adayların nasıl saptandığı gelir. 

Ülkemizde aday saptamayı kural olarak parti üst yönetimleri, daha doğrusu genel başkanları yapar. 

Milletvekili seçimlerinde uygulanan bu aday saptama yöntemi yerel seçimlerde de uygulanıyor. 

Oysa yerel seçimler, adı üstünde, “seçen ve seçilenin” sürekli bir arada olacağı bir yönetim yapısı oluşturmak içindir. Bu nedenle “adayın katılımcı yöntemlerle saptanması” genel seçimlere göre çok daha gereklidir. Oysa genelde böyle olmuyor; CHP özelinde ise “çok sancılı”  denilebilecek bir aday saptama uygulaması var. 

BÜYÜKLERİ BİZ KÜÇÜKLERİ SİZ! 

“Değişim” diyerek geçen Kasım ayı başında seçilen yeni CHP üst yönetimi, yerel seçimlerde adayların “önseçimle saptanacağı” sözünü vermiş olmasına karşın, çok kısa zamanda bu söz unutuldu. 

Genel Başkan Özgür Özel’in yönetimi, önce İstanbul, Ankara ve Aydın büyükşehir belediye başkanlarını, bunlar önceki “genel başkanımızın isteği” diyerek aday yaptı. Sonra hiç de katılımcı olmayan bir tutumla Ankara ve İstanbul’un ilçe belediye başkanı adaylarının saptanması da ölçüde ve nedense büyükşehir başkan adaylarına bırakıldı. 

Bunların dışında kalan tüm adayların “kamuoyu araştırmalarına” göre belirleyeceği belirtilmiş olsa da bu nokta açıklık kazanmadı; adayları merkez yönetimi belirledi. Kimi başvuru yapmayanların aday bile yapıldığı; “uykusuz, uzun gecelerin” ve kamuoyuna yansıyan Haluk Levent olayı türü gelgitlerin sonunda bile aday saptamada kesin sonuca ulaşılamadı; genel başkana tam yetki verildi. 

İlginç bir önseçim de yapıldı. CHP yönetimi belediye meclisi üyeliklerinin, üstelik tamamını değil, “yarısını saptamak için” tüm üyelerin katılımıyla önseçim yaptı. Böylece partinin asıl sahibi olan üyelere, siz “büyükleri seçemezsiniz”,  küçüklerin de tamamını değil, ancak “yarısını seçebilirsiniz” denilmiş oldu. Eğer önseçim yapılabiliyorsa adayların tamamı için uygulanmalıydı. Önseçim gibi “katılımcı demokrasiye” geçişe örnek olabilecek olan bir uygulama da böylelikle anlamsızlaştırılmış oldu. 

Aday saptama uygulaması başka sonuçlar da verdi. 

İKİ SUÇLU! 

Adaylar açıklandıktan sonra yıllarca CHP’de milletvekilliği ve yöneticilik yapmış olan Gürsel Tekin, İstanbul’un bilmem hangi ilçesinin belediye başkan adayı yapılmayınca: 

“Ne yazık ki geçen zamanda CHP Atatürkçü ve sosyal demokrat bir parti kimliğinden uzaklaştırılmıştır. Eş, dost, akraba ilişkilerinin her düzeyde belirleyici olduğu bir yapı haline dönüşmüştür”  diyerek istifa etti; sonrasında da suçlamalarını sürdürüyor.  

CHP’nin evrimini açıklamada Tekin’in özel bir yeri var. 

Kasım 2008’de İstanbul İl başkanı Gürsel Tekin, kara çarşaflı bir kadının yakasına gösterişli bir törenle, “Cumhuriyet kuruluş değerlerinin” ve partinin simgesi olan altı ok rozetini taktı. Sonrasında, bu davranışı ödüllendirildi; “o bana danışmadan karar alamaz” dediği (M. Özyürek, Tahta Bavulla Çıktım Yola, s.434) Kemal Kılıçdaroğlu tarafından merkez yöneticisi yapıldı. 

Kılıçdaroğlu- Tekin ikilisi, CHP’nin “hem ideolojisi, hem de kadrolarıyla” sağcılaşmasını gerçekleştirdi; partiyi, Cumhuriyet’in değerlerinden  uzaklaştırarak  yıkıma götürdü.  Eklemek gerekiyor; partide “eş, dost, akraba ilişkilerini” önceki dönemlere göre geçerli kılan da Kılıçdaroğlu-Tekin ikilisidir. Bu ikili CHP’ye ve ülkeye verdikleri “ağır zararın” hesabını verecek yerde çok büyük oranda iktidarın ağzı olan ana akım basın-yayının elinde oyuncak olmaya ve siyasete devam ediyorlar. Bu durum,  partinin ve ülkenin geleceği yönünden çok büyük bir sorundur.  

İSTİFA ÇÖZÜM DEĞİL! 

Bir başka açıklama da ilginçti. Cumhuriyetin değerlerini özümsemiş bir kadın olmasına ve halkla birlikte çalışmasına karşın Çankaya’da aday gösterilmeyen Mimarlar Odası Başkanı Tezcan Karakuş ise “Geçmiş olsun ülkem. CHP bu sınavda ikmale kalmış, halkla inatlaşmış, değişim söylemleri yalan olmuştur” diyordu.  

CHP yönetiminin uyguladığı aday saptama süreci tartışmalıdır; ayrıca “partiyi gençleştiriyoruz” ya da “Yapay Zekâya” başvurduk açıklamaları da yeterli değildir. Ancak, yıllarca gücünü partiden almış olanların, önceki dönem Adana il başkanlarının ortak açıklamalarında vurguladıkları gibi, istifa etmeleri tümüyle yanlıştır. CHP’den “gitmesi gerekenler” Cumhuriyetin değerlerini çiğneyen suçlulardır.  

Genel seçimlerden sonra özellikle hukuk ve eğitimde yapılanlarla ülke karanlığa götürülürken ve yerel seçimler çok büyük bir önem kazanmışken yapılması gereken parti içi tartışma ve kavga değildir. 

Partinin kimliğini yeniden kazanması; bunun için de yalnız oy değil, sonrasında da her düzlemde büyük uğraş vermek gerekiyor.