Son bir yıldan günümüze bakarak yerel seçimler öncesi çıkartılacak çok fazla ders olduğunu görürüz. Erdoğan için “mucize” olarak değerlendirilecek seçim başarısının tekrarının yaşanmaması bu derslere bağlı.

Aklı selimin olmadığı yere Selim Türkhan gelir mi?

Son bir yıldan, önümüzdeki dört aya çıkartılacak dersler....

13 yıl önce temel tezi kabaca (ve kısaca) şu olan bir kitap yazmıştım: “Türkiye’de seçmenin yüzde 75’i siyasi parti aidiyetiyle oy veriyor, seçimlerde bütün mesele kalan yüzde 25’den mümkün olan en büyük payı almak.”

Siyasi partiler, din, mezhep, hemşericilik, demokrasi, laiklik, kadro gibi kavramları sahiplenerek, bu kavramlar üzerinde bir aidiyet alanı yaratıyorlar. Ama her dört seçmenden biri, bu aidiyetleri geri plana atıp bir tür “ticari zeka” ile ve genellikle son anda karar vererek sandığa gidiyor. Ulusal travma zamanlarında bu kitle küçülse de, özellikle kentlerde aşağı yukarı aynı oran uzun zamandır devam ediyor.

AKP’nin siyasi başarısı, bu kitleyi ilk günden beri yanında tutmak. Aslında bunun için çok da fazla bir şey yapmasına gerek yok, çünkü bu seçmeni AKP’ye itmek için gereken her şeyi CHP yapıyor. CHP yıllardır son düzlükte bu seçmeni kendinden uzaklaştırıyor.

2009 yerel seçimine hazırlanırken siyasetsiz seçmenleri Selim Türkhan adıyla kişileştirmiştim. Selim Türkhan, eşi Selime Türkhan, çocukları Selo ve Selin... Çoğunluğu büyük kentte doğmuş, bir nesil önceki ebeveynleri kadar yoğun biçimde “memleket hasreti” çekmeyen, geneli esnaf veya hizmet sektöründe çalışan, ortalama lise eğitimli, ne çok dindar, ne çok modern; kendi içinde tutarlı ve bu tutarlılık evreninin “kendi halinde” milyonlarca insan... Çok bayılmadıkları halde, son anda dönüp dolaşıp AKP’ye oy veren, kararsız değil, siyasetsiz bir seçmen türü.

Geçen yıl bu zamanlarda bu seçmenin önemli bir bölümü AKP’den kopmuştu veya inandırıcı ilk sözde kopmaya hazırdı. CHP o günden beri birçok hata yaptı. Karşı çıktığım, hatalı bulduğum her kararın ardından “ama artık ok yaydan çıktı, şu andan sonra itiraz etmek muhalefete muhalefet etmek ve AKP’nin ekmeğine yağ sürmek anlamı taşıdığı için, şimdi bu ‘yeni normal’i savunmalıyız” diyerek bir oraya bir buraya savrulmaktan da usandım. Kendi usanmışlığımı ortamlarda paylaşıp bir umutsuzluk virüsü yaymak da istemediğim için, kızılcık şerbeti içmekten şeker hastası oldum.

Madem artık testi kırıldı, geçen yıldan bu yana yaşanan ve Selim Türkhan’ı CHP’den adım adım uzaklaştıran belli başlı olayları sıralayayım. Sıralayalım ki, yaklaşan seçimde de testi kırıklarını azaltmanın yollarını beraberce arayalım.

1- Altılı Masa’nın tek bir anlamı vardı, diğer dört küçük partinin Kılıçdaroğlu’na oy vermesi. Masa ilk andan itibaren İyi Parti’nin olası itirazlarını bastırma amacı taşıyordu. CHP ve İyi Parti koalisyonu yüzde 40’ları aşmıştı. CHP 25, İyi 15 gibi bir baz denge vardı. İyi Parti’nin oy artırma kabiliyeti daha yüksekti. Altılı Masa’nın iki partisi daha hiç seçime girmemişti ve seçime giren diğer iki parti toplam yüzde 1 oy alıyordu. Bu yüzde 1’lik belirginlik, 4 oy hakkına sahipken, minimum 15’lik alana sahip İyi Parti 1 oy’a indirgendi. Bu durum İyi Parti’nin hem mevcut hem de potansiyel seçmenini küstürdü, ki çok büyük bölümü Selim Türkhan tanımına uygun bir seçmen kitlesiydi. Altılı Masa kurulduğu andan itibaren İyi Parti’ye rahatça adım atabilecek Selim Türkhan’lar birer birer Cumhur İttifakı binasının yolunu tuttu. Altılı Masa, İyi Parti’yi aç kanser hücreleri gibi tüketti.

2- Aday kesinlikle İmamoğlu olmalıydı. Kılıçdaroğlu’nun alacağı tüm oylar üzerine, İmamoğlu’nun katacağı artı oylar vardı. Bunlar hemşerilik, (acı fakat gerçek) mezhep, daha önemlisi gençlik ve daha da önemlisi Beylikdüzü ve İBB tecrübesiyle kanıtlanmış “iş bitiricilik, icraatçılık, yöneticilik meziyetleri. Bu saydığım sözcükler Selim Türkhan için o kadar değerli ki, Kılıçdaroğlu’nun aldığı 48’in üzerine 3 puan haydi haydi eklenirdi.

3- İmamoğlu’na siyasi yasak getirseler, hatta örneğin hapse atsalar bunlar sadece İmamoğlu’nun daha da fazla oy almasını sağlardı. Bu kadar saçma bir gerekçeyle İmamoğlu’na kelepçe takıp hapse götürseler, İmamoğlu’nun 80 milyon kişi içinde herhangi birini vekaleten aday göstermesi yeterdi. Kimi söylerse söylesin, o kişi İmamoğlu adına, İmamoğlu’nun alacağı oyu alırdı. Selim Türkhan’ın bu tip açık haksızlıklar karşısında nasıl öfkelendiğini ikinci İstanbul seçiminden biliyoruz... Yani siyasi yasak aslında fasa fisoydu ve sadece bir mazeret olarak kullanıldı. Bu tantana Kemal Bey’e AKP tarafından verilmiş zarif bir hediyeydi. Hatta Kılıçdaroğlu bu mazereti bile kullanmadı ve “Belediye başkanlarını aday göstermeyeceğim” diye kesip attı. Genel seçim bir iki yıl erkene alınmış olsa bir ölçüde mantıklı olabilecek bu fikrin de zamanında yapılan seçimde hükmü kalmamıştı. 2023 Mayıs’ta İmamoğlu tam yetkili cumhurbaşkanı olsa, 2024 Mart’a kadar İBB zaten yönetilir, 2024’te de Cumhurbaşkanı İmamoğlu’nun göstereceği aday İstanbul’u rahatça kazanırdı.

4- Meral Akşener masadan kalktığında artık hiçbir Selim Türkhan’ın bu ortaklığa sempatisi kalmamıştı. Selim Türkhan’ın “borcu var harcı var”, daha seçilmeden birbirine giren bir ortaklığa niye oy versin? Tuzu kuru belediye başkanları Akşener’e “Gidersen git” derken, tuzu feci halde yaş diğer belediye başkanları durumu kurtarmaya çalıştı. Hepsi açık arşivde olan yazılarımda ben de o sırada, “Şu andan itibaren tek kurtuluş İmamoğlu’nun aday olması” dedim ama elbette ki bu yine gerçekleşmedi ve “İmamoğlu ve Yavaş da cumhurbaşkanı yardımcısı olacak” gibi, akıllara zarar bir ‘orta yol’ bulundu. Belediye Başkanı diye oy verdiğimiz iki adam “durumu (yani Kılıçdaroğlu’nun başkanlık ısrarını) kurtarmak” için kendi kariyerlerini zedeleyecek bir girişimin parçası olmak zorunda kaldılar. Oysa Selim’lerin çoğu, çoktan defteri kapatmıştı. Olayı bağlamından koparıp sadece aksiyona indirgediğinizde “Meral Akşener suçlu” diyebilirdiniz ama tüm süreci göz önüne aldığınızda sesiniz aynı netlikte çıkamazdı.

5- Ve nihayet Kılıçdaroğlu altılı masa tarafından (!) aday gösterildi. O andan itibaren ilk dört maddeyi tekrarlamak başta yazdığım gibi AKP’nin ekmeğine yağ sürmek olacağı için, bu satırları yazan ve okuyan herkes Piro’cu oldu. İmamoğlu ve Yavaş “Teşekkürler Sayın Cumhurbaşkanım” diye tarihe geçecek video bile çekti. Hepimiz inanmadığımız bir şeyi inançla savunmak için seferber olduk. Ve aslında o durumda bile elde inanılmaz bir koz vardı: Ekonomi... AKP’nin kesintisiz yükseldiği ilk 14 yıl ekonominin başında olan Selim Türkhanların sevgilisi Ali Babacan şimdi Kılıçdaroğlu tarafındaydı. AKP’nin siyasetli seçmeni racon gereği “düşman safına geçen” Babacan’dan nefret etse de, siyasi kararlarla AKP’ye oy vermeyen yeterli sayıda seçmen, Kılıçdaroğlu iktidara gelse ekonomi emin ellere geçecek diye düşünebilirdi... Ne yazık ki düşünemedi. En başta Akşener masadan kalktığı için “Bunlarla olmaz” fikri Selim Türkhanlarda pekişti. Belediye başkanlarının Cumhurbaşkanı Yardımcısı oluverdiği, Kılıçdaroğlu’nun kendini aday ilan etme tutarlılığı dışında hiçbir strateji ve duruş içermeyen kampanya gelebilecek son Selim Türkhan’ı bile bezdirdi.

6- Tam o günlerde sadece başlığı okuyup devamını asla okumadan sosyal medyada küfürler yağdıracak bir kitlenin yıllar boyu üzerine atlayacağı bir yazı yazdım: “Bu seçimin kazanılması değil kaybedilmesi mucize olur”

Daha ilk paragrafta “Bu yazıdaki tezler daha önceki iki cumhurbaşkanlığı ve iki İBB seçimine dayanarak yazılmıştır, güncel anket sonuçları referans alınmamıştır” demiştim. Elbette ilk paragraf bile okunmadı...

2013’de kişi başı milli gelir 14 bin dolarken, yoksul mahallelerde bile sıfır otomobil satışları patlamış, beyaz yakalılar Yunan Adalarını doldurmuşken, Babacan’ın başkanlığındaki ekonomi bütünüyle Erdoğan’ın lehineyken, Erdoğan’dan 11 yaş yaşlı, ömrünün çoğunu Arap ülkelerinde geçirmiş, ilan edildiğinde tanınırlığı yüzde 1 bile olmayan ve “talepkar azınlık”ı kahkahalara boğan Ekmeleddin İhsanoğlu (ve diğer karşıtlar) katılımın rekor seviyede düşük olduğu bir seçimde Erdoğan’ı yüzde 51’e sıkıştırabilmişti. Kişi başı milli gelirin reelde 8000 dolar seviyesine düştüğü bu ekonomik buhran döneminde herkesin tanıdığı, yerel seçim galibi, 2013’e nazaran beş kat fazla nüfuslu belediyeden halka ulaşan, sınırsız mali güce sahip Genel Başkan Kılıçdaroğlu, katılımın çok daha yüksek olacağı bir seçimde ilave 1 puanı havada karada alırdı.

Ama alamadı...

Ne ekonomik bunalım, ne pandemi ve deprem koşulları, ne metal yorgunluğu kâr etti. Şartlar muhalefet adına bu kadar olumluyken, bir seçim mucizevi biçimde kaybedildi. Seçimin son iki haftasında bizim “Martın Sonu Bahar” kampanyasının devam niteliğindeki “Sana söz yine baharlar gelecek” sloganı tamamen unutuldu. “Beşli çeteyi yok edeceğim”, “Hesap soracağım” söylemi bir kez daha son turda devleşti. Kayıtlı iş gücünün yarısından fazlasını direkt ilgilendiren inşaat sektörü çalışanı Selim Türkhanlar “Eyvah Kılıçdaroğlu gelirse önce inşaat, sonra finans sektörü çökecek, aç kalacağız” diyerek yağmurdan kaçan çocuklar gibi AKP şemsiyesi altında toplandı. Tam böyle anlarda hızır gibi yetişen Aykut Erdoğdu’nun “İktidara geldiğimizde ek vergi alacağız. Azdan az alınacak, çoktan çok alınacak” sözü AKP gri medyası tarafından Türkiye’nin tüm Selim Türkhanlarına ezberletildi.

14 Mayıs işte böyle geldi.

28 Mayıs’ı, “Suriyeliler Gi De Cek”leri filan geçeyim.

28 Mayıs sonrası gündem tamamen değişti ve “Aylar sonra olacak yerel seçimde, küskün İyi Parti seçmenini, geçmişte CHP’li başkanlara oy vermiş kentli AKP, MHP, HDP seçmenini nasıl tekrar bize oy verir hale getiririz?” sorusu ortaya çıktı.