Sercan Meriç

sercanmeric@birgun.net

BirGün’e konuşan Sencer Ayata “Toplumun, yaygın kesimlerinin AKP’ye karşı direndiğini ve onun tazyikini sınırlandırdığını düşünüyorum. AKP bir popüler kültür geliştirme konusunda çok yetersiz kaldı" diyor.

AKP, kendi popüler kültürünü üretemedi

Prof. Dr. Sencer Ayata, pandeminin başlangıcından itibaren gazeteci Metin Kaan Kurtuluş’un kendisiyle gerçekleştirdiği ve Arayan Toplum, Ayrışan Siyaset kitabında bir araya gelen söyleşilerinde dünyaya ve Türkiye’ye dair panoramik bir bakış sunuyor. Ayata ile yeni kitabı vesilesiyle söyleşide pandemiden itibaren değişen alışkanlıklara, gençlerin siyasetle ilişkisine, neoliberal hegemonyaya karşı toplumların tepkisine, yükselen milliyetçiliğe, Türkiye’de sarsılan geleneksel değerlere ve muhalefetin bundan sonrası için yapacaklarına değindik…

Neoliberal hegemonyaya karşı artan tepkiden bahsediyorsunuz. Bu tepki gün geçtikçe artıyor mu? Toplumların alternatif arayışı sürüyor mu?  

Şunu belirtmeliyim ki, o dönemde yazdığım metni şimdi daha geniş bir perspektiften değerlendirdiğimde, dünya genelinde birçok açıdan doğru bir öngörüde bulunduğumu görmekteyim. Neoliberalizmin sorgulanması daha hızlı ve kalıcı sonuçlar doğuracak gibi görünüyor. Ancak, bu yönde ne gibi değişiklikler oldu? Hızlı bir gelişme kaydedildi mi? Ve bu gelişmeler toplumları daha kapsayıcı ve içerici hale getirdi mi? Bunu net bir şekilde söylemek zor. Ancak, özellikle Avrupa Birliği düzeyinde, bölgesel bazda bu yönde olumlu ilerlemelerin olduğunu da gözlemleyebiliriz. Bu, neoliberal politikaları uygulayan iktidarların azalmasından çok, toplumsal sorunlar ve eşitsizlik gibi meselelere daha fazla odaklandıklarını gösteriyor.

Türkiye’de etkisi ne oldu?  

Bu soruyu önce bazı sektörler ve politikalar düzeyinde düşünelim. E-ticaret gibi önemli bir sektörün büyüdüğünü görüyoruz. Bu, kurye esnafı gibi yeni meslek gruplarının ortaya çıkmasına neden oldu ve hem olumlu hem olumsuz sonuçlar doğurdu. Aynı şekilde uzaktan çalışma, emek piyasaları ve iş hayatı üzerinde büyük etkiler yarattı. Bazı avantajları olmakla birlikte emeğin kolektif örgütlenme sini ve pazarlık gücünü zayıflattığına tanık oluyoruz. Her ne kadar eğitimin devamını sağladıysa da bu alanında büyük sorunlar ve kayıplar yaşandı. Bir nesil ve dört yıllık bir kuşak, normal eğitim atmosferini yaşamadan mezun olacak. Bu da önemli bir sorun. Diğer yandan pandemi sürecinde eşitsizlik sorunu çok açık bir şekilde ortaya çıktı. Daha yoksul olanlar, daha fazla hastalandı ve daha sağlık sorunları yaşadı. Bu, neoliberalizme karşı tepkinin artmasına neden oldu. Fikir düzeyinde, neoliberalizme yönelik eleştiriler ve alternatif arayışları arttı.  

Otoriter sağ popülist iktidarlarda yükselişi de görüyoruz…  

Bu kesinlikle söylenebilir. Hindistan, Rusya, bir yanda Avrupa’ya baktığınızda da otoriter popülist partilerin bir gerileme veya zayıflama dönemi içine girmediğini görüyoruz. Kanımca şu sonuca varabiliriz. 21. yüzyılda 20. yüzyıl faşizminden ve askeri diktatörlüklerden farklı özellikler taşıyan bir otoriter rejim tipi öne çıkıyor. Klasik benzer yönleri var ama 21. yüzyıl koşullarının getirdiği değişik özellikler de gösteriyorlar. Örnek vermek gerekirse, popülist otoriter rejimler, anayasal bir rejimi ve özgürlükçü demokrasiyi korumaya çalışıyor gibi görünebiliyorlar, hatta sözde demokrasi şampiyonluğu yapıyorlar. Ama üzerine örttükleri şalı kaldırdığınız zaman anti-demokratik yapılar hemen kendini gösteriyor. Kâğıt üstünde özgürlükçü anayasalar var ama, sistem; fiilen yürürlükte olan otoriter bir devlet ve yönetim yapısı. Onun altında yatan sınıfsal eşitsizlik ve ahbap çavuş kapitalizmi.   

Z Kuşağı kavramı gençler ile ilgili analizlerde çokça kullanılıyor. Yekpare bir gençlik var mı? Gençlerin siyasi katılımı nasıl artırılabilir?  

Siyasi partiler ve siyaset dünyası ile gençlik arasında ciddi bir mesafe olduğunu söylemek mümkün. Başından beri bu gençlik tartışmalarında bazı temel sorunlar görüyorum. Birdenbire bir "Z kuşağı" ortaya çıktı ve hala bugün "Z kuşağı" terimi kullanılıyor. Ancak bu terim, özellikle Amerikan orta sınıf gençlerinden ve batı dünyasının orta sınıf gençlerinden gelen özellikler üzerine yapılan değerlendirmelere dayanıyor. Bu nedenle "Z kuşağı" teriminin çok gerçekçi olmadığını düşünüyorum. İkincisi gençler arasında önemli farklar var, işçiler, öğrenciler, ev kızları vesaire. Üçüncüsü, Y kuşağı da olsa yoğun yeni teknoloji kullanan yaş grupları birbirine çok benziyor. İnternet, dünyayı daha büyük bir perspektifle görmelerine yardımcı oluyor. Küresel ölçekte farklı düşünceler ve yaşam tarzlarını görüyorlar, etkileniyorlar. Türkiye’de yaşayan birçok genç, farklı yaşam tarzlarına, değerlere ve ilişkilere sahip. Bölgesel farklılıklar da önemli bir etken. Bu nedenle, gençlik meselesi karmaşık bir konu ve bu karmaşıklığı göz ardı etmemiz veya dikkate almamız gerekiyor. Okullaşma oranları arttı, üniversiteleşme arttı. Bu, gençlerin düşünce tarzlarını etkiledi. Evet, siyasi iktidarın yoğun baskısı var ama eğitim ve eğitim iklimi gençlerin dünya görüşünü değiştiriyor. Otoriterin dediğini, örneğin siyasi ve dini otoriterlerin dediğini peşinen kabullenmiyorlar. BU dünya görüşü, değeler ve zihniyet değişimi gençleri AKP iktidarından ve dini muhafazakarlıktan hızla uzaklaştırıyor. AKP’nin gençlik oyları eriyor.  

Agoralar arttı diyebilir miyiz?  

Evet, tam olarak öyle. Özellikle küçük şehirlerde kafeler ve AVM’ler arttı. Gençler bu tür yerlerde vakit geçiriyorlar ve bu yerlerde buluşuyorlar. Bu, toplumsal etkileşimi teşvik ediyor ve gençlerin farklı düşünce tarzlarına açık olmalarını sağlıyor. Bu nedenle, özellikle geleneksel veya muhafazakâr topluluklar için bile, bu tür mekanlara gitmek, gençlerin yaşam biçimlerini değiştirebiliyor. Popüler kültürün, müziğin ve yaşam tarzının gençler üzerinde büyük bir etkisi var. Bu, güçlü bir itici güçtür. Geleneksel yapılar, değerler ve dokular sarsılıyor. Gençler ile AKP’nin temsil ettiği değerler ve düzen arasında bir mesafe oluşuyor. Bu durumu, AKP’nin oyları ile ilgili sonuçlar üzerinden somutlaştırabiliriz. 2011 ve 2012 yıllarında gerçekleştirilen geniş kapsamlı bir araştırmada, AKP’nin oy oranları yüzde 49,5 iken, gençler arasında (25 yaş ve altı) bu oran yüzde 44,4’e kadar düşüyordu. Bu, AKP’nin temsil ettiği değerler, tutumlar ve ilişkilerle gençler arasında bir kopuş olduğunu gösteriyor. Bu kopmanın iki temel nedeni var. İlk olarak, siyasi baskı ve AKP’nin kayırmacı düzeni ve torpile dayalı sistemi, gençler arasında rahatsızlık yaratıyor. Gençlerin en önemli özelliği otoritelere karşı özgürlük arayışlarıdır. Özellikle dini otoriteler gençler için bağlayıcı değil. İkinci olarak, mahalle baskısı da önemli bir faktördür. Gençler, muhafazakâr ailelerin daha yaygın olduğu bölgelerde, ailelerinin ve mahallelerinin baskısına maruz kalıyorlar. Sonuçta AKP’nin oyları, özellikle gençler arasında, 25 yaşın altındaki seçmenlerde düşmeye devam ediyor. Son seçimde yüzde 25-30 bandına gerilemiş durumda.  

Toplumu etkileyen yeni dinamikler de artan göç ve çalışan kesimlerde görülen yoksullaşma… Bu iki etken geleceği nasıl etkileyecek?  

Uluslararası göç sorunu tüm ülkelerin siyasi dinamiklerini etkiliyor. Türkiye’de, özellikle Suriyeli mülteciler, dışarıdan çalışmaya gelenler konusu büyük önem taşıyor. Göç meselesinde muhalefetin daha demokratik ve çoğulcu bir tavır alması gerektiği bir gerçek. Çalışan yoksulluk da bir diğer önemli konu. Türkiye, hızlı bir değişim sürecinin içindedir ve bu değişim kısmen siyasete yansımıştır, kısmen ise yansımamıştır. Türkiye artık bir emek toplumu haline gelmiştir. Köklü bir değişim. Resmi istatistiklere göre, ücretli çalışanlar toplumun üçte ikisini oluşturuyor. Bu değişikliği siyasi partilerin yeterince değerlendirmemesi büyük bir eksikliktir. Türkiye’deki siyaset işçi değil çalışan nüfusun yüzde 7’si düzeyinde kalan esnaf üzerinde odaklanıyor. Ancak toplumun üçte ikisi ücretli emekle geçimini sağlıyor. Siyasetçileri atölyede, fabrikada, büroda pek göremiyoruz. Bir diğer önemli konu beyaz yaka çalışanlar. Türkiye’de bilgi ekonomisi gibi yükselen sektörlerde çalışan beyaz yakaların potansiyeli göz ardı edilmemelidir. Bu kesimin, siyasete daha fazla katkı sağlaması sağlanmalıdır. Bu, Türkiye’nin geleceği için çok önemlidir. Türkiye’deki siyasi partilerle bu kesimler arasında bağın güçlendirilmesi gerekmektedir. Bu kesimleri, demokrasi, özgürlük, sosyal adalet ve çevre bilinci gibi değerler etrafında bir araya getirmek daha kolaydır.  

AKP, 21 yıllık iktidarında toplumsal yaşamımızda neleri değiştirdi?  

Başlangıçta, dinin kamuoyundaki görünürlüğünün arttığını belirtmek gerekir. Ancak, siyasi söylemde, meclis konuşmaları ve verilen demeçler gibi günlük dilde, dini söylemlerin öne çıktığını söylemek zor. Bunun yerine, kamu alanlarında, özellikle okullarda, dinin ve dini değerlerin yayılması ve görünürlüğünün artırılması hedeflendi. Örneğin, okullardaki müfredatın değiştirilmesi, okul atmosferinin ve sınıf ikliminin dini etkilerle şekillenmesi gibi konularda çabalar artırıldı. Ancak, toplumun, yaygın kesimlerinin AKP’ye karşı direndiğini ve onun tazyikini sınırlandırdığını düşünüyorum. Diğer yandan AKP bir popüler kültür geliştirme konusunda çok yetersiz kaldı. Örneğin, Türkiye’deki popüler kültürün büyük ölçüde seküler olduğunu ve AKP’nin bu alanda etkili olamadığını görüyoruz. Film endüstrisine, müzik endüstrisine ve futbol dünyasına baktığımızda, genellikle seküler değerlerin baskın olduğunu gözlemliyoruz. Yolsuzluklar, manevi çöküş, ekonomik sorunlar ve sosyal adaletsizlik gibi sorunlar, siyasi iktidarın zayıflamasına neden oldu. Ancak, bu tür otoriter rejimler ekonomik, toplumsal, kültürel değişime rağmen varlıklarını siyasi vasıtalarla sürdürebiliyorlar. AKP’nin oy oranının düşmesine rağmen, ittifaklar yoluyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın devam etmesini sağladı. Sonuç olarak, Türkiye’de demokratik olmayan bir başkanlık sistemi yerleşmeye başladı ve bu nedenle muhalefetin rejim sorununu ve anayasa sorununu birlikte ele alması gerekiyor. Başkanlık sistemi yerleştiği sürece, bu sorunların çözümü daha da zorlaşabilir. Bu nedenle, muhalefetin bu konulara daha fazla odaklanması gerekmektedir.  

Muhalefetin bu noktada ne yapması gerekir?  

Bir sosyolog olarak, toplumun dinamik kesimlerinin siyasete daha fazla dahil edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ancak bu, sadece siyasi parti içinde olmayabilir. Yeni katılım biçimlerine yönelik arayışlar önemlidir. Bununla birlikte, kamuoyunun siyasi partilerin sorunlarını anlaması ve demokratik süreçlere katkı sağlaması da gereklidir. Siyasi partileri zayıflatmak, başkanlık sistemini otoriterleştirebilir ve demokrasiyi tehlikeye atabilir.