Google Play Store
App Store

Birleşik Haziran Hareketi, sadece farklı muhalefet güçlerin birleşik gücü değil, dayanışmanın ve direnişin de birleşik gücü olabilmeli

AKP’ye “mazi” geleceğe “Gezi” diyebilmek…

Siyasi İslamcılar, neo-liberal kapitalistler 13 yıldır kendi tarihlerini yazmaya çalıştılar, “bizim” tarihimiz yazılmasın diye zamanı durdurmaya dahi kalkıştılar.

Başrollerde ABD, sonra taşeron AKP ve filmin yarısına dek yine başrolde boy gösteren TSK, sonra Kürt Siyasi Hareketi veee… Son anda, 2013’te sahneye çıkan Çapulcular, namı diğer Hazirancılar, emekçiler, devrimciler. AKP’nin resmi tarihi bile Çapulculara vurgu yapmadan yazılamaz hale gelmedi mi?
Tarih geleceğe bakılarak yazılır. Kapitalistler ile emekçilerin, (Türk-Kürt) milliyetçiler, siyasi İslamcılar ile sosyalistlerin, devrimcilerin gelecek tahayyülleri farklı.

Gerçi yıllar öncesinden attıkları ve atacakları her adımda onların niyetini okuyarak şimdiden mazi olan tarihlerini yazmıştık. Belki de AKP tarihi deyince kendi yazdıklarımızı/ öngördüklerimizi de okuyoruz gibi gelebilir.

Yeni Osmanlı: Kuruluş, Yükseliş ve Çöküş
AKP’nin, Ortadoğu’da bir Amerikan projesi olan ılımlı İslam’a denk düşürüldüğü ve 2001 krizinin bir ürünü olduğu biliniyor. Sınıfsal bakımdan 12 Mart döneminde tekelci burjuvazinin tasfiye ettiği tefeci-tüccarların torunları olarak, küreselleşme koşullarında sisteme uyum sağlayan yeni burjuva kesimlerin sözcüsü olduğu da… Sosyolojik düzlemdeki kitle tabanı ise göç dalgalarında kırsal nüfusun büyük şehirlere akın etmesiyle yaşanan yatay mobilizasyonun gecekondulardaki muhafazakârlaşma yığınağından oluşuyor. Politik bakımdan küresel-emperyalist neo-liberalizmin taşeronluğunu tek adam diktatörlüğüne vardıran faşist niteliğini de tecrübe ettik. Devleti tüm kurumlarıyla ele geçirip toplumu Sünni İslamcılık ekseninde tek tipleştirme çabasına da şu gezegenin her yerinde faşistleştirme denilir.

Fethullah Gülen çevresi ABD’de VII. Abant Toplantısı adıyla Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) için “ılımlı İslam”ı tartışmıştı. (Nisan 2004) Ankara Kızılay’da Başbakan Erdoğan’ın “Bayramınız kutlu olsun” diye konuşmasına başladığı bir AB şöleni düzenlendi. (Aralık 2004) İslam’ı ılımlılaştırarak AB’ye girilecek ve demokrasi mi gelecekti? Yoksa darbe olacak demokrasi mi gidecekti? (2005) Dışişleri Bakanı Abdullah Gül: “BOP Türkiye’nin dış politika ilkelerine uygun. ABD ile hareket ediyoruz. Amacımız İslam ülkelerine özgürlük ve demokrasi getirmek” dedi. (Mart 2006) Birkaç ay sonra Ergenekon soruşturmaları başladı. ABD Başkanı Bush’un eski konuşmalarında bir kez “mezhep” kelimesi geçerken, şimdi bunu 9 kez kullanmıştı; Amerika, bulamadığı kitle imha silahları yerine, demek ki kendi elleriyle bir kitle imha silahı yaratıyordu: Mezhep çatışmaları. (Ocak 2007) Ve 27 Nisan e-muhtırası verildiğinde (Nisan 2007); Cumhuriyet mitingleri adıyla Kemalistler gövde gösterileri yapılmaktaydı. Laik ya da dindar mühendisler eliyle topluma bir “makine” muamelesi uygulanıyordu; 28 Şubat (1997) balans ayarıydı, 27 Nisan rot ayarı olmaya yeltendi, ama sonunda bu makineye rektifiyeyi yapan AKP oldu. Neo-liberal düzen ancak bu rektifiye sayesinde tıkır tıkır çalışabilirdi.

Erdoğan’ın baş danışmanı Ahmet Davutoğlu, Le Monde gazetesiyle söyleşisinde BOP’un çöktüğünü ilan etti; temel tezi Neo-Osmanlıcılık idi. (Aralık 2008) Sonra Erdoğan Davos’ta vanminüt dedi ve Fethullah Gülen onu Yavuz Sultan Selim diye alkışladı. Benzettiği şahıs Alevilerin kökünü kurutmasıyla ünlü ve hilafet makamını Osmanlı saltanatına geçiren padişahtı. (Mart 2009) Yani Yeni Osmanlıcılık açıkça Sünni eksenli bir siyasetti. İttihatçılık (Ergenekon) kavgası verilirken İtilafçı Osmanlıcılık hortlatılmaktaydı. Şifre kelime GDO artık hem “Genetiği Değiştirilmiş Osmanlı” hem “Genetiği Değiştirilmiş Ordu” anlamına geliyordu; ordu şimdi de AKP rejiminin bekçisiydi. Böylece ordunun mahremi sayılan kozmik odasına dahi girilerek askeri vesayetin yerine sivil vesayet geçirilirken bizler de yenisine Sivil Diktatörlük dedik. AKP defansif oynamaktan vazgeçip ofansif oynamaya soyundu. 2010 yılında Türkiye ikinci 12 Eylül’ünü yaşadı ve referandum sonucunda AKP devletleşerek iktidara yerleşti: Oligarşinin, müesses nizamın güçlü bir aktörüydü artık.

AKP iktidarındaki özelleştirmeler, ihalelerle sermaye birikiminde neo-liberalizm koşullarında Anadolu Kaplanları adıyla İslami ve yeni bir sermaye kesimi öne çıkmaktaydı. Devletin tüm kurumları ve ideolojik aygıtları (eğitim, hukuk, ordu vb.) yanı sıra medya da ele geçirildi. Karşımızda “2. Cumhuriyet” namı diğer “İkinci el” Cumhuriyet ya da İkinci “el-Cumhuriyet” vardı. Kendi ifadeleriyle tam “iki yüz yıldır” bekledikleri vakte erişmişlerdi. 2011 yılında bölgede Arap Baharı denilen kargaşa patlak verdi. Kartlar yeniden dağıtıldı ve takip eden dört yıl içinde Yeni Osmanlıcılığın hızla kuruluş, yükseliş ve çöküş dönemi yaşandı. 2013 yılına bulutsuz bir gökyüzünde çakan şimşek misali Haziran isyanları damgasını vurdu. AKP duvara tosladı, Cemaat güçleriyle koalisyonunun dağılmasıyla gerçekleşen 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonundan kıl payı kurtuldu; 2014’te Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi de gidişatı değiştiremedi ve 2015 Haziran Seçimleri “Şeytan taşlama” olarak sonuçlandı.

Alaturka ve Alakurda çözümler
Son iki yıldır Suriye’de AKP siyaseti bütünüyle çuvallarken, konjonktürü değerlendirebilen PKK açısından, hem de en zayıf olduğu bir yerde, güneşin batıdan (Rojava’dan) da doğabileceği ispatlandı.

Söylemeye gerek yok Türkiye solu olarak elbette Kürt halkını destekliyoruz, ama hangi Kürtlerin ne tür siyasetlerini? İşte 13 yıl boyunca bu siyasetler de olgusal olarak karşımıza diziliyor.

Öcalan avukat görüşmesinde “belediyeler için Bookchin’i mutlaka okuyun, pratikleştirin. Bugün Kürt sorunu yerel yönetim düzeyinde çözüm aşamasına gelmiştir,” demişti. (Ekim 2004). Bu sözlerin önemi sonraki yıl ortaya çıktı. Yine avukatlarıyla yaptığı görüşmede Bookchin’den aktardığı “ekolojik toplum” modeli üzerinde oluşacak “konfederal” bir sistem olarak tanımladığı projesinin ana hatlarını anlattı. Bir süredir PKK yerine KADEK, Kongre-Gel gibi isimleri kullanan Kürt siyasi hareketi bu projeyi derhal yürürlüğe koyduğunu ilan etti. Ardından “PKK” isminin yeniden kullanılmasına karar verildi. (Mart 2005) Konfederalizm tezlerinde Kemalist tarih tezlerine benzeri bir yöntemle uygarlığın (“Zagros eko-sistemi”nde) Kürtlerle başladığı söylenerek Kürt ulusal bilinci inşa ediliyor, BOP’a uyumlu bir yaklaşımla (özerlikten söz edilmeden) üç hukuklu konfederalizm savunuluyordu: AB, üniter devlet ve konfederal hukuku… Çünkü BOP yanı sıra AB de o yıllarda pek revaçtaydı. Ancak 2006 yılından itibaren Ergenekon sürecinde Askeriye’nin etkisinin azalmasıyla birlikte Öcalan’ın muhatapları ve argümanları değişti. Bush ile Erdoğan arasındaki bir görüşmeden sonra “açılım” denilen süreç başlatıldı. (Ekim 2007). Bu durum daha sonra Ali Babacan tarafından da teyit edildi. Kürt sorunu dolayımında ve Amerika moderatörlüğünde askeriye ile hükümet arasında bir mutabakatla “Kuzey Irak” ile temaslarda da yeni bir evreye gelinmişti. (Ekim 2008) Kürdistan Bölgesel Yönetimi tanınmıştı; Barzani artık sadece ABD’nin değil TC’nin de müttefiki sayılmaktaydı. Bu arada Öcalan “Ben Fethullah Hoca’yı takip ediyorum, okuyorum. Olumsuz değerlendirmiyorum. Demokratik temelde, karşılıklı yaklaşımlar olabilir” demekte, Arınç’ın hakiki demokratlığından söz etmekte ve ABD için de “İşte Kuzey Irak’ta zaten Barzani-Talabani’yle işbirliği içindeler. Bizimle de bu şekilde uzlaşmak isteyebilirler” gibi değerlendirmeler yapmaktaydı. (Ağustos 2009) Kürt açılımı projesi bir bakıma Yeni Osmanlıcılık (eski adıyla BOP’çuluk) projesinin bir alt başlığı olarak da görülüyordu ve Öcalan’ın ve MİT’in oynadığı roller (ve Oslo) sır olmaktan çıkmıştı. Bizler açısından sonuçta Kürt halkının meselesi çözülmese dahi Kürt milletinin meselesi çözülmüş olacaktı. İnişleriyle çıkışlarıyla bugüne dek gelen süreçte, tırmanan çatışmalar, ateşkesler, Habur olayları, KCK operasyonları yaşandı. Kürt siyaseti özerklik talebini dillendirmekteydi. 2010 referandumu Kürt Siyasi Hareketinin dolaylı desteğiyle (boykot) AKP’nin kazanç hanesine yazıldı. Ancak bu arada başlayan Arap Baharı Suriye’ye uzandığında PKK inisiyatif i ele geçirdi. Süreç, AKP bakımından yine de Obama yönetimiyle (ve onun verdiği neo-Osmanlıcılık gazıyla) sürdürülmekteydi. Kürt siyasetçilerinin Washington’a bir ziyareti ardından Aysel Tuğluk’un şu tespiti tarihe geçti: “İlginç bir tablo var karşımızda. ABD’nin şu anki pozisyonu AKP’nin pozisyonundan daha ileri ve görece olumlu durumda! ABD özerklik-federasyon gibi çözümlere kapalı değildir. ... Obama yönetimi yeniden seçilirse Türkiye’yi ve AKP’yi masaya yatıracak! Bakın oturtacak demiyorum, masaya yatıracak! Bu bir dizayn olacak.” (Haziran 2012) Sonraki yıl Öcalan’ın Newroz mesajı da tarihsel önemliydi, artık Ortadoğu’da Kürt-Türk stratejik işbirliğinden, Kürt-Türk İslam kardeşliğinden söz ediliyordu. Ama Ortadoğu bağlamında liderlik sorunu Barzani-Öcalan ikileminde düğümlenmekteydi. 19 Temmuz 2012’de varlığını ispat ve ilan eden Rojava olgusu dengeleri tamamen değiştirdi. Son dönemde, özellikle IŞİD’e karşı direnen Rojava’yla birlikte Kürt sorunu yerine Kürdistan sorunu yer alıyor, HDP’nin Türkiyelileşmesi yanı sıra Kürdistanlaşma projesi de öne çıkıyor. Alaturka ve Alakurda çözümlerde Alafranga ABD moderatörlüğü epey dikkat çekiyor. Bakalım daha neler olacak?

Haziranla ve Haziranda birleşmek…
AKP yıllarında iktidar yapılanmasında giderek bir daralma yaşandı. Önce AKP-Cemaat koalisyonuyken, koalisyon bozulup AKP’nin tek başına kalması ve Erdoğan’da tekleşmesiyle tam bir iktidar tekeli gündeme geldi.
Karşımızda gayri nizami bir iktidar olduğunu biliyorduk, çünkü gayri nizami savaş yöntemlerini, kontrgerilla ve kontrpolitikayı birlikte kullanarak yönetti ülkeyi. Bu güç karşısında ancak gayri nizami bir muhalefet etkili olabilirdi. Ve 2013 Gezi/Haziran isyanları bunu gösterdi.

Tek adama karşı mücadele kazandı: O başkan olamayacak! Ama AKP kendi kurduğu sistemin partisi, güncellenmiş müesses nizamın partisi… Dolayısıyla seçimi kaybetti, Erdoğan muradına ermedi diye her şey bitmiyor. Devlette mezhepçi faşizm kurumsallaştı, toplumda muhafazakâr faşizm yaygınlaştı… 7 Haziranda frene basıldı ama “AKP tehlikesi” ortadan kalkmadı ki.

AKP’nin mazisine yukarıda göz attık, peki AKP’li bir koalisyon bu mazinin devamını nasıl değiştirecek? Evet, hakikaten, “taş düşebilü ayı çıkabilü!”

AKP belli ki can havliyle kendisine mafya raconuyla “sehem”[pay ortaklığı] anlamında bir koalisyon ortağı arıyor. Ve AKP’nin pisliğini temizleyen her koalisyon süngerinden ise ancak kan damlayacak, kaaan!

CHP ve HDP tavrı elbette önemli. Ama CHP bir yana özellikle tüm solu çatısı altına çağıran HDP, Öcalan görüşlerini açıklamadıkça hangi adımları atabilir? Yukarıda kısa Kürt tarihinde görülebiliyor ki Kürt Siyasi Hareketiyle, eleştirel dayanışma ötesinde sol adına birliktelik olamazmış. Çünkü öncelikler hep Kürt ulusal birliği ve Kürdistanlaşma ve bunda da yadırganacak bir şey yok. Yaşanılan süreçte velev ki aynı çatı altında olunsaydı, Kürtlerin ulusal birliğine hizmetten öte başka ne yapılabilecekti?

Öyleyse? Haziranlaşmayı sürdürmek şart
AKP devleti, şiddeti ve ideolojik saldırı aygıtlarıyla, siyasette, eğitimde, hukukta her alanda bir süre daha hüküm sürecek. Toplumda cemaatleşme, tarikatlaşma yoluyla yaratılan çürüme karşısında toplumsal dayanışma seçeneği, toplumsal dirlik bakımından da zorunlu.

Birleşik Haziran Hareketi, sadece farklı muhalefet güçlerin birleşik gücü değil, dayanışmanın ve direnişin de birleşik gücü olabilmeli. IŞİD tehlikesi memleketin sokaklarındayken gevşemek akıl kârı değil.

Hırsızlıkları, yolsuzlukları meşrulaştıran mezhepçi ideolojik hegemonyada din faktörü tek araçları. Ve din de esas olarak insanların içgüdüsel ölüm korkusundan besleniyorsa, böyle bir korku karşısında acıyı hafifletmek, dinle yarışarak değil bir mutluluk ideolojisi olarak Hazirancılık seçeneğini yaratarak sağlanabilir. Toplumun tüm kesimleri için… Yakın zamana dek mitinglerde Türk bayrağı görüldüğünde, hemen şoven-ırkçı damgası vurulurdu. Oysa artık HDP mitinglerinde Türk bayrakları, hem de Kemalist simge “kalpaklı Mustafa Kemal” bayraklarıyla birlikte dalgalanıp durdu ve o “psikolojik” engel de aşıldı! Şimdi AKP’ye “mazi” geleceğe “Gezi” diyebilmek adına Haziranlaşmak; çözüm alanını genişletmek ve her toplumsal muhalif kesimle buluşmak, birleşmektir.
Çünkü Türkiye’de tarih bundan böyle Haziranlaşarak da yazılıyor.