Geçen hafta sonu sandığa büyük umutlarla gittik. Uzun zamandır ülkede yaşanan tüm olumsuzlukların kaynağı olan iktidar anlayışının sonlanacağı, aydınlık günlere yelken açacağımız bir dönemin başlangıcı olacak seçim sonuçlarını heyecanla beklemeye başladık. Sandıklar açıldıktan sonra gördük ki iki hafta daha beklememiz gerekecek. Şimdiye kadar hiç deneyimizin olmadığı bir seçime, “ikinci tur”a 28 Mayıs tarihinde gideceğiz. Evet, hiç deneyimizi yok ama bu ilk deneyimimizi başarı ile atlatacağız.

Bu turda oy kullanması da kolay, kullanılan oyların sayılması da. Bir pusulada iki isim. Birisinin altına mühürü basacağız. Bu işlem birkaç saniye alacak. Oy kullanmak hızlı, oyların sayılması hızlı ve sonuçları öğrenmemiz de erken olacak.

Ancak 28 Mayıs’ta sandık önümüze gelinceye kadar, içinde bulunduğumuz zaman, şafak ile gündoğumu ve gün batımı ile gün kararması arasındaki zaman dilimi olan alacakaranlık gibidir.

Bu öyle bir zaman dilimidir ki aydınlık ile gölgelerin, akıl ile batıl inancın ve insanın korkuları ile bilgeliğinin tam ortasıdır.

Acaba bu alacakaranlık dönemin sonunu nasıl getireceğiz? Gün, aydınlığa mı dönecek, yoksa gün batımı mı yaşayacağız, bunu hep birlikte 28 Mayıs’ta göreceğiz.

Ama o zaman kadar ekonomiye baktığımızda bu alacakaranlık dönemin nelere yol açtığını net bir biçimde görüyoruz. Geçen hafta sonu yapılan seçimlerden önce pozitif beklentilerle ülke risk primi göstergesi olan CDS’lerin çok uzun bir zamandan sonra 500 puanın altına düştüğünü, bunun da piyasa aktörlerinin ülkede yaşanması arzulanan değişim beklentisini fiyatlamalarının bir sonucu olduğunu yazmıştık. Ama sandıklar açıldıktan sonra ortaya çıkan sonucun risk priminin çok hızlı bir biçimde yükselmesine yol açtığına tanıklık ettik.  Risk primimiz yaklaşık yüzde 40’lık bir artış ile 700 puana dayandı. Bu kadar yüksek bir risk primi, mevcut iktidarın devam etme olasılığının realize olması durumunda karşı karşıya kalacağımız daha büyük ekonomik sorunların fiyatlandığının çok açık bir göstergesidir.

Özellikle ödemeler dengesi ile ciddi sorunlar yaşanması riski ile karşı karşıya kalabiliriz. Ülkede döviz piyasalarında yaşananları zaten görüyorsunuz. Döviz işlemi yapmak çok ciddi şekilde sınırlanmış durumda. Bankaların vatandaşa döviz satış fiyatı, bu yazının yazıldığı saatlerde Kapalıçarşı’da oluşan fiyattan yüzde beş daha yukarıda bulunuyordu. Bankaların döviz fiyatlaması öyle bir hal aldık ki; açıkça  “gelip benden döviz almayın, gidin nereden alırsanız alın”  demiş oluyorlar. Çünkü iktidar, bankaların vatandaştan gelecek döviz talebini bertaraf etmeleri için her tür baskıyı uyguluyor. Mesela, döviz tevdiat hesaplarından kur korumalı mevduata dönüşü daha fazla artırmaları için temmuz ayı sonuna kadar süre verildi. Bankalar bunu nasıl başaracaklar? Elbette KKM’ye şu an vermekte oldukları faiz oranından çok daha fazlasını vererek. Eğer konulan hedef kadar artış olmazsa bankalar daha fazla menkul kıymet almak zorunda kalacaklar.

Tabii sorun sadece döviz işlemleriyle ilgili de değil. Kredi piyasasında da ciddi sorunlar yaşanıyor. Bir süredir bankaların kredi kullandırmaktan imtina ettiklerini biliyorduk. Ticari, konut, taşıt ve hatta bireysel kredilerde neredeyse frene basıldı.

Kredi kullandırmamanın kapsamı şimdi çok daha genişletildi. Kredi kartlarından nakit para çekilmesine çok ciddi sınırlamalar getirildi. Nakit çekim oranları önemli ölçüde düşürüldü. Benzer bir uygulamanın kredili mevduat hesaplarına da yapıldığını biliyoruz. Hani şu maaşınızı aldığınız banka size hesabınızda para olmasa bile önceden tanımlamış olduğu limit dâhilinde para çekmenize izin veren hesaplardan bahsediyorum. İşte artık o hesaplardan da daha düşük miktarda para çekebileceksiniz. Eğer şimdiye kadar nakit ihtiyacınızı bu hesaplar üzerinden karşılıyorduysanız, işiniz artık daha zor.

Neyse bu alacakaranlık dönemin yarısına geldik. Önümüzde bir hafta kaldı.

Alacakaranlığı aydınlığa döndürme fırsatı bir kez daha önümüze gelecek.

Bu sefer bunu başaracağız.