Birkaç gündür kafam biraz dağınık. Yapmak istediklerimin ne kadarını hayata geçirdim bilmiyorum ama gittiğimde hep yarım kalan işlerim olacağı kesin. 64 yaşına geldim, bir sürü şey yaşadım, gördüm, olamaz denilen olaylara tanıklık ettim. Artık beni daha fazla ne şaşırtabilir derken, her gün şaşırtmaya devam ediyor yaşadıklarım ve dost sandıklarım. Cem Karaca’nın sözlerini yazdığı Nil Burak’ın bestelediği “Sen de Başını Alıp Gitme” şarkısındaki gibi kısaca özetlersek, “Alkışı duydum, ihaneti gördüm” tam da bu günleri anlatıyor. Nurhan Damcıoğlu ve Suna Kan’ın ölümüne üzülürken, onların son yolculuğundaki yalnızlığı da sarsmadı mı hepimizi? Müziğin farklı kulvarlarındaki çok değerli iki sanatçımız böyle mi uğurlanmalıydı?

***

Bazen olur ya çekip gitme, bırakma isteği. Yaptığımız işi sorgulama. Ona benzer duygular içerisinde ne yazacağımı düşünürken Gazete Duvar’da Zehra Çelenk’in yazısını okudum. Ve de iç sıkıntımın nedenini yazdıklarında buldum. Kendisini aradım, teşekkür ettim hem de köşesinden bir bölümü  paylaşmak için izin istedim. Sağ olsun kırmadı beni. Sadece bir paragrafla bile hepimizin duygularını- aslında ayıbını- ne güzel yüzümüze çarpmış Sn Çelenk.

“11 Haziran’da da dünyaca ünlü keman virtüözümüz Suna Kan’ı kaybettik. Dünya çapında, bu kadar büyük bir yeteneği kaybetmek kültürün değer taşıdığı herhangi bir ülkede kuşkusuz paylaşılan tweetleri çok aşan bir gündem konusu olurdu. CSO Tarihi Salonu’nda gerçekleşen cenaze töreninde, “bir avuç” demeye dil varmıyor; olması gerekenden çok daha az insan vardı. Bir “devlet sanatçısının” cenazesine Kültür Bakanı katılmadı, liderler düzeyinde bir tek Kemal Kılıçdaroğlu katıldı.” (Yazının tamamı gazete duvaR’da -Zehra Çelenk-14.06.2023) Evet maalesef durum bu. 

Yazılarımı takip edenler bilir; daha geçen hafta sanatçının duruşundan, duyarlılığından, haksızlıklar karşısındaki inadından söz etmiştim ki birkaç gün önceki bir olay yine beni yanılttı. Konserlerinde iktidarı eleştirmekten çekinmeyen, hemcinslerinin sorunlarını dile getirip, onlarla dayanışma mesajları veren, hatta İran’daki kadınların mücadelesi için işi sahnede saçını kesmeye kadar götüren Melek Mosso’ya ne oldu? Gerçekten de merak ediyorum ne oldu? Power Türk’ün ödül töreninde -ben de oradaydım-gayet dozunda bir konuşma yaptı. Özetle, “Kimse beni susturamayacak. Konuşmaya, üretmeye, şarkı söylemeye devam” dedi. Özür dilemek erdemdir, bunda sıkıntı yok. Ama özür dilemek aynı zamanda bir daha aynı yanlışı yapmamak anlamına da gelir. Yani eğer bu sözlerinden dolayı özür diliyorsa ben bundan sonra susacağım, konuşmayacağım, üretmeyeceğim, şarkı söylemeyeceğim mi demek istiyor? Umarım yanılırım ama ben söylediklerinden sadece artık konuşmayacağım, uslu kız olacağım mesajını aldım. Hiç sanmıyorum şarkı söylemeyi bırakacağını. Zaten bırakmasın da. Ben yakından tanığıyım bu günlere gelebilmek için nasıl çalıştığının, dişini tırnağına kattığının. Ama görünen o ki karşımızda artık farklı biri var. Dinleyicileri, hayranları hangi Melek’i sevmişti acaba? Sözünü esirgemeyen, haksızlıklara karşı çıkan, kadın hareketinin yanında yer alan Meleği mi? Yoksa en küçük bir baskıda tüm söylemlerinden vaz geçen Melek’ i mi? Bilemiyorum zaman gösterecek… Aslında kendime de bir not düşmem lazım yazının sonunda.

***

Ah be Burhan sen ne zaman akıllanacaksın? Ne zaman şaşırmamayı öğreneceksin? Ne çabuk unuttun sekiz sene kadar önce Hrant Dink’ in anma töreninde kortejin en önünde  kol kola girdiğin  bir yanında Onur Akın diğer yanında … ile yürüdüğün günleri.

Boşluğu siz doldurun. Kalın sağlıcakla…