Sercan Meriç

sercanmeric@birgun.net

Her siyasi gelişme, her seçim gibi her sanat etkinliği her festival de tarihteki yerini alıyor. Kimi festivaller yıllar sonra yeniden gündeme geliyor. Sanat böyledir. Gününde değer ve anlam bulmasa da gelecekte yeniden önümüze düşer.  

60. Altın Portakal Film Festivali böyle olmayacak. Çünkü bu festivalin tarihe nasıl geçeceği, daha festival başlamadan yanıt buldu. Bir yanda sansürcü iktidar ve sansüre boyun eğen muhalif partinin belediyesi, öte yanda sansüre direnen onurlu sinemacılar, sanatçılar var…  

İşte, tarih yaşanırken yazıldı. 

İktidar, festival ile ilgili fırtınayı Kanun Hükmü belgeseli özelinde kopardı. Nejla Demirci’nin yönettiği belgesel, iki KHK’linin mağduriyetini anlatıyor. Belgeseli henüz izlemedim, ancak izleyenlere danıştığımda belgeselin FETÖ meselesi ile ilgili olmadığını aktardılar. Yönetmen Demirci de aynı şeyi farklı basın kuruluşlarına verdiği demeçlerde belirtti.  

Ayrıca bu iki insan bir dönem AKP’nin kıymetli bulduğu “Cemaat”e mensup da olabilirdi. “FETÖ Borsası” meselesini düşündüğümüzde, parası olanın rüşvet verip kurtulduğu, parası olmayanın hayatlarının mahvedildiği bir süreç de söz konusu. 

Gelelim meselenin KHK yönüne...  

Bu KHK meselesi ile Türkiye’de bir hukuk katliamı yaşandığını hukukçular yıllardır anlatıyor. AKP, Saray rejimini inşa ederken kendisine muhalif olan solcu, sosyal demokrat, sosyalist, Alevi binlerce insanı da KHK’ler aracılığı ile bürokrasiden tasfiye etti. Buna itiraz edenleri de FETÖ’cülükle suçlamak gibi bir bahane üretti.  

Gelelim 60. Altın Portakal Film Festivali’ne… 

Öncelikle festivalde jüri üyeliğini üstlenen, festivale filmlerini gönderen sinema sanatçılarının ve emekçilerinin ekseriyetle sansüre karşı geliştirdiği tutum çok önemliydi. Onlar, muazzam bir dayanışma gösterdi. Tahmini zor değil; iktidar, bu dayanışmayı gösteren herkesi hem maddi hem de manevi açıdan yıpratmak için elinden geleni ardına koymayacak. Bu dayanışmayı inşa edenleri yalnız bırakmamak da bizim sorumluluğumuzda. 

Gelelim festival yöneticisine… 

Festival yönetimi bu krizden önce bir projeksiyon yapsa ve “Böyle bir süreci nasıl kötü yönetiriz?” diye üzerinde çalışsa, bu kadar başarılı olamazdı. Kanun Hükmü’nün seçkiden çıkarılıp geri alınması ve tekrardan çıkarılması ileride acı komedinin konusu olabilir. Son süreçte Festival Direktörü Ahmet Boyacıoğlu, Kanun Hükmü’nün tekrardan seçkiye dahil edilmesinin ardından tehdit edildiğini öne sürdü. Boyacıoğlu’nu kim tehdit etti? Bu süreçte neler yaşandı? Bu sorular cevapsız… 

Gelelim CHP’li belediye başkanı Muhittin Böcek’e… 

İktidarın kendisine muhalif sanata ve sanatçılara karşı tavrı yeni değil. Saray rejiminin sevmediği sanatçıları cezalandırmak için neler yaptığına dair örnekler büyük bir külliyat oluşturur. Bu meselede de nasıl davranacağı az çok belliydi. CHP, “KHK mağduriyetlerini gidereceğiz” diyerek iktidara talip olan bir parti. Belediyenin festivali iptal etmesi, partinin iktidara talip iken verdiği mesajla çelişiyor. CHP’li Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek’in festivali iptal etmesi sadece sansüre yol vermeyecek, otosansürü de derinleştirecek. Böcek’in bu kararı şüphe yok ki Saray koridorlarında sevinçle karşılanmıştır. Altın Portakal’ın tarihine geçen bu kara leke, Böcek’in de her daim peşinde olacak. 

Gelelim cevapsız kalan sorulara… 

Meselenin genel özeti bu. Tüm bu süreçler yaşanırken Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerine şu soruları ilettim: Bakanlık yetkilileri Kanun Hükmü belgeselini ne zaman ve nasıl izledi? Belgeselde size göre suç olan bölümler neler? Belgeselin yönetmeni Nejla Demirci, "belgeselde yer alan kişilerle ilgili halen yürüyen bir dava bulunmamaktadır" açıklamasını yapmıştı... Kanun Hükmü'nde yer alan memurlar ile ilgili nasıl bir yargı süreci söz konusu?  

Bakanlık yetkilileri “sanatın terör propagandası olarak kullanıldığı” iddiasını öne süren Bakan Mehmet Nuri Ersoy’dan farklı bir açıklama yapmayacaklarını iletti. Bir soru da CHP Genel Başkan Yardımcısı Eren Erdem’e ilettim. Kendisi halihazırda bir cevap vermedi.  

Gelelim 1975’e… 

İptal edilen 60. Altın Portakal Film Festivali’nde yaşananlar aklıma 1975 yılını getirdi. 1975’te gerçekleştirilen 12. Altın Portakal Film Festivali’nde Yılmaz Güney, Yumurtalık olayları nedeniyle hapishanedeydi. Ancak Güney’in senaryosunu yazdığı ve Şerif Gören’in yönettiği Endişe, en iyi film ödülüne layık görüldü. En iyi ikinci film ise yine Güney’in Arkadaş’ıydı. En iyi üçüncü film de yine Güney’in Zavallılar filmiydi.  

Fatoş Güney, o festivalde yaşananları Camları Kırın Kuşlar Kurtulsun kitabında şöyle anlatıyor: “Ödülleri almak için gittiğimde Aspendos’ta muhteşem bir gece yaşanıyordu. Arkadaş’ın ödüllerini almak üzere Melike Demirağ, Şanar Yurdatapan ve Atilla Özdemiroğlu çıktı sahneye ve bu esnada elektrik kesintisi yaşandı. Ay ışığının cılız aydınlığında sahnenin bir kenarından üzerimize taşlar atıldığını gördüm.” Son dönemlerde bir hayli tartışmaya konu olan Yılmaz Güney’in bu üç filmi de hala sinemamızın en nadide örneklerindendir… 

Artık taşlar atılmıyor, sosyal linç girişimi karşısında sansüre direnemeyen sözde muhalif belediye festival iptal ediyor. 

Bir diğer örnek Cannes Film Festivali’nden…  

Cezayirli yönetmen Muhammed Lahdar-Hamina, “Chronicle of the Years of Embers” filmini 1966’da çekiyor. Film, Cezayirlilerin Fransız sömürgesinden kurtulmak için verdiği mücadeleyi anlatıyor ve 9 yıl sonra, 1975'te Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye ödülünü alıyor. Cezayir’i çok uzun yıllardır sömüren Fransızlar, bu muazzam filme hayran oluyor.  

Görüldüğü gibi tarih, otoritelerin, korkakların, şaklabanların, dalkavukların elinde şekillenmiyor. Hakikat elbet bir gün ortaya çıkıyor. İnanıyorum ki; Kanun Hükmü’nde de böyle olacak. 1975’ten ders almayanlar da yarına bir utanç olarak kalacak. Sansür karşısında boyun eğenler de her zaman başlıktaki soru ile muhatap olacak.