Kılıçdaroğlu diyesiymiş ki: “Karşı taraf silahlıydı. Bu tür duyumlar aldık. Partideki arkadaşlarla o gece (referandum gecesi) bunu tartıştık. Ve sürekli eylem, protesto gösterileri için vatandaşlarımıza ‘sokağa çıkın’
çağırısında bulunmadık. Çok vahim olaylar çıkabileceği endişesi nedeniyle bu sorumluluğu almamaya karar verdik.”

Üstüne bir de şöyle demiş: “Kitlenin enerjisini biliyorduk, bunu düşürme pahasına yaptık. Ama gönlüm rahat.”

Rahat, hazır ol, rahat!

Peki ama cümle âlem ve bilhassa YSK’lerinin bile resmen inkâr edemediği en az yüzde 48.5 şunu gayet iyi biliyor: Bundan sonra zaten yönetmeyecekler, ellerinde silahlar, savaşacaklar!

Orta yerde hukuki meşruiyet kalmayınca, başka ne yapabilirler ki, meşru şekilde yönetmezler, savaşırlar. Yönetmedeki rıza ve şiddet denklemi de çoktandır ortadan kalktı. Onlar için Rıza sadece ABD’de mahpus sarraflarının rızası, o kadar. Seçimmiş, şuymuş buymuş, geçti bunlar, artık ellerinde sadece şiddet var.

İyi de Kılıçdaroğlu ne demeye getiriyor? Neyin sorumluluğundan kaçıyor?

Hiç kimse ondan ‘ilk ateş edenin’ kendisi olmasını istemiyor ki. Yasallığı, barışı önce sömürücüler, zalimler bozarlar. Bu yüzden Engels, ilk ateş eden olmayacaklarını vurgulamış ve “Önce siz ateş edin mösyö burjuvazi” diye tarihe geçmiştir.

Şimdi de önce Mösyö AKP’nin ateş ettiği ve hiç ateş kesmediği bir döneme giriyoruz. Kılıçdaroğlu ateşkes anlaşması mı yapacak, nasıl yapacak?

Cumhuriyet’te Orhan Bursalı’nın yazdığına göre, Kılıçdaroğlu’nun işaret ettiği başka bir nokta daha varmış: “Referandum’dan sonra önümüzdeki süreçte en büyük hedefleri CHP. Devlet kurumlarına ve havuz medyalarına talimat verdiler, bunu biliyoruz... Bize büyük saldırılar olacak.” Böyle diyormuş. CHP’ye ve CHP’lilere büyük saldırılar olacak! Eee, ne yapacaklar? Yine sorumluluk almayarak, sorumluluktan kaçarak ölümden de kaçabilecekler mi?

Sözcü’de ise Necati Doğru, Kılıçdaroğlu’na hak verdikten sonra ekliyor: “Şubat ayında Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum, ‘FETÖ darbe girişimi günü 51 şehrimizde 30 milyon vatandaş sokağa döküldü, yüzde 10’unun da silahı vardı’ demişti. Aynı günlerde AKP’li Ankara Belediye Başkanı da ‘Halk peynir ekmek alır gibi pompalı tüfek alıyor’ mesajı vermişti. Referandum öncesi her gün iktidar üyesi bir siyaset figürü ‘halkın bir bölümünün (iktidara bağlı anlamında) silahlandığını’ duyurmaktaydılar. Yani devleti yönetenlerin polis, asker, jandarma dışında bir silahlı güçleri var demekteydiler. Kılıçdaroğlu bunu söylüyor. Uyarı yapıyor. Uyanın!”

Tamam. Uyandık! Peki ama ne?

Aman ha evden çıkmayalım. 2019’u bekleyelim. Sandığa gidelim. YSK yine şey yaparsa ki yapar, yine eve kapanalım. Yine bir sonraki seçimi bekleyelim. Kitlenin enerjisini düşürelim. Sorumluluk almayalım. Öyle mi?

16 Nisan gecesi hem “hukuk gasp edildi” deyip hem de “mücadelemizi hukuk içinde sürdüreceğiz, sokaklarda değil” diyen Kılıçdaroğlu utanç verici basiretsizliğin nadide bir örneğini sergilemiştir.

•••

Herkes yaşayarak görüyor ki bölgemizde ve ülkemizde tarihsel bir sancı var. Doğum sancısı. Ve bir de ölüm ağıtı… Toplumlar da doğum ve ölüm diyalektiği sayesinde var olabiliyor. Bu yüzden iki toplumsal aktör her zaman sahnede: Ebe ve Katil. Doğum yaptıran ile öldüren.

Doğum ya da ölüm ertelenemez! Kılıçdaroğlu enerji düşürebilir. YSK’nin bir dahaki sefere insafa (!) geleceğini umabilir. AKP zulmüne direniş bir dahaki seçim şeyine dek ertelenebilir, ama bu iki olgu ertelenemez. Ölüm ile doğum diyalektiği, sebep sonuç diyalektiğidir.

Doğum, ebe, deyince bizim aklımıza elbette Marx da gelir: “Zor, yeni bir topluma gebe her eski toplumun ebesidir” demiştir Marx, Das Kapital’de…

“Aman, işi zora sokmayın, direnişi filan boş verin, muhalefetinizi suhuletle yapın” diyenler hep olmuştur ve onlara karşı, yeni bir toplumun zulme karşı direnmeden, dişe diş mücadele etmeden, yani öyle kendiliğinden yaratılamayacağını anlatmak için hep bu söz tekrarlanmıştır.

Çünkü zalimler hiçbir zaman ezilenlere, “Madem bizden memnun değilsiniz gelin alın iktidarı” demezler. Tersine, şu gezegenin her yerinde ve ülkemizde de, özgürlük ve eşitlik taleplerini zor kullanarak bastırırlar, yeni bir toplumun doğumunu önleyen cellâtlık misyonundan vazgeçemezler. Yeni bir toplumun doğumu işte bu yüzden sancılı olur!

Doğumu da ölümü engelleyemezsiniz. Doğumu engellemek istediğinizde ise artık size ebe demezler, katil derler.

•••

Ve ayrıca “Teslim oldum mösyö burjuvazi” deyince; ayakkabıcı, yazar, hatta genel başkan olunabilir belki, ama katiyen demokrat olunamaz! Korkalım ki ‘Mösyö’ Kılıçdaroğlu bile olunabilir.

Referandumda bir kırılma yaşandı. Şimdi kopuş yaşanacak. Bu kırılma, kırıkçı-çıkıkçı Kılıçdaroğlu zihniyetiyle tedavi edilemez. Ölüme ağıt yakmaktan ise siyaset çıkarılamaz.

Peki, ‘sokaklara çıkmak’ ne demektir? Hanelerin kapıları doğrudan sokaklara açılır. Sokak işte bu yüzden önemlidir. Sokak evde oturup ölümü beklemek yerine, öldürülmeyi önlemek için, hanelerdeki enerjinin kapı önüne çıkmasıdır.

Yeni bir kurucu iradenin oluşturulması sokaklarda meclisleşecek. Fiili demokrasi, fiili sokak meclislerinde hayat bulacak. Fiili anayasamızın, 24 milyon seçmenin ‘hayır anayasası’ taslağının ilk maddeleri zaten belli, onların meşru olmayan maddelerinin tam tersi… Bu yüzden, mecbur, sokaklarda hileli temsili demokrasi yerine harbi doğrudan demokrasi rüzgârları esmeye devam edecek.

Mösyö AKP de yaylım ateşine devam mı edecek? Varsın Cumhurbaşkanı Başdanışmanı “51 şehrimizde 30 milyonun yüzde 10’unun da silahı vardı” desin. Sokaktakiler teslim olmayacak. Varsın Ankara Belediye Başkanı “Halk peynir ekmek alır gibi pompalı tüfek alıyor” mesajıyla tehdit etsin. Sokaktakiler tehditlere pabuç bırakmayacak. Kendi meclislerinde saldırılara karşı en meşru haklarına, yani can güvenliklerine sahip çıkacak. Varsın referandum öncesinde ve sonrasında her gün “halkın bir bölümünün iktidar safında silahlandığını” duyursunlar. İtlerini salınca taşları asla bağlayamayacaklar.

Çünkü ‘Hayır’ diyen vatandaşlar elbette canlarını ve hanelerini korumak için kapılarının önündeki sokaklarını savunacaklar, çok daha vahim olaylara gebe bir geleceği böyle durduracaklar ve bunun sorumluluğundan bir an bile vazgeçmeyecekler.

Ancak böylece Cellât Mösyö Burjuvazi, tarihin eşitlik ve özgürlük doğumunu yaptıracak ebesi karşısında çaresiz kalacak.