“Bu kadarı da olamaz!” dedirtenler, Türkiye Cumhuriyeti’ni günbegün Anayasa ve hukuk dışına itenler, hatta devletsiz bir zemine kaydıranlardır. Söylemleri, işlem ve eylemleri ile tarihe, kendi toplumuna ve uluslararası topluma sürekli meydan okuyanların dünü belli:

- Başarısız darbe girişim fırsatçılığı ile ulusal kazanımlar yadsınarak anayasal yıkıma karşı çıktık.

- Ne var ki, kişisel proje ürünü “Anayasa düzeni” de kendilerince ihlal edilince, bunu kollamak da hukuka inanç adına bizlere düştü.

-Bölge devletlerini Türkiye karşısına alma politikalarına hep itiraz ettik.

Ya bugün?

Covid-19 fırsatçılığı eşliğinde bu kez Devlet’e bile meydan okumalar karşısında, “ hiç değilse, bir kamu hukuku tüzelkişisi olarak Türkiye Cumhuriyeti’ne saygı duyun; kendinizi devletin üstüne çıkarmayın”, çağrı çaresizliği de bizden.

Yarın ise; savaş ve denize dökmek naraları karşısında, “devleti kişiselleştirdiniz, ülkeyi batırmayın bayrı” çırpınışında görebiliriz kendimizi.

Böyle bir ortamda, Türkiye Cumhuriyeti, en haklı davasında bile uluslararası toplum önünde haksız duruma düşürülür.

Anayasa-hukuk ve devlet derken, şimdi ülke ciddi bir tehlike karşısında; muhalefet ise, darmadağın. Bu nesnel koşullarda bile muhalefet partileri ittifak ekseni oluşturamıyorsa bunu ne zaman yapacak?

“30 Ağustos törenlerini yasaklayamazsın, Anıtkabir’e slogancı holiganları dolduramazsın” vb itirazlar süredursun, muhalifleri sindirme kararlılığı adli yıl açılışında bile ivme kazanıyor hedef gösterme ve tetikçilik eşliğinde; biri baroları, diğer milletvekillerini… Siyasal eleştirilere yanıt verme yerine, çifte saldırı başlatılıyor muhaliflere: hiçbir siyasal sıfatı bulunmayan bürokratlar, durumdan hemen vazife çıkarırken; kendileri, “resmi sıfatları” ile saldırıya geçiyor. Özetle; seçilmiş ve atanmışlar devlete tabi değil, devlet kendilerine tabi.

Bu nedenle bu gidişe dur demenin tek yolu var: Türkiye’nin anayasasızlaştırılması ve devletsizleştirilmesi ötesinde ülkenin geleceğini tehlikeye düşüren söylem, işlem ve eylemlere karşı bir “ANAYASA İTTİFAKI” oluşturmak.

ANAYASA İTTİFAKI ekseni, insan haklarına dayanan demokratik ve laik bir sosyal hukuk devletidir.

Bunu kabul eden her siyasal parti, ittifak içinde yer almalı.

Sosyal, ekonomik ve kültürel bakımdan derin bunalımlar karşısında Türkiye toplumu, bir yaşarkalma sorunu ile boğuşurken, iktidarın eldeğiştirme yollarını tıkamak için, ülkeyi uçurumun kenarına getirenlere dur demek, ancak geniş bir ANAYASA İTTİFAKI ile mümkün.

ANAYASA İTTİFAKI’nın kalkış eşiği belli: Türkiye Cumhuriyeti, Anayasa ile doğdu ve ancak Anayasa ile yaşayabilir. Bu Anayasa, demokratik hukuk devleti Anayasasıdır.

ANAYASA İTTİFAKI öncüleri, öncelikle “anayasa andı içen” seçilmişler ve siyasal partiler.

Yöntemi, partiler arası bir heyet oluşturmak; konuyla ilgili uzmanların da katılımıyla bir çalışma başlatmak. 37. Kurultay’da Anayasayı ilk hedef olarak belirleyen CHP, girişimci olmalı.

Hangi eksenler?

Yol belli: Yıkım Anayasa ile oldu; inşa da Anayasa ile olmalı.

Türkiye’nin anayasal kazanımları konusunda o denli yoğun birikim var ki; çağdaş gelişmeler ışığında ulusal birikimleri değerlendirmek bile kısa zamanda demokratik anayasa eksenlerini ortaya çıkarır. Böyle bir girişim, toplumdan da büyük destek görür…

Bu yolda bir girişim, Cumhuriyet’in 100. yılına üç kala, Kuruculara minnet borcunun ötesinde, gelecek kuşaklara karşı tarihsel bir sorumluluk.

Eğer gelecek seçimlere böyle bir ittifak ve anayasal proje ile girilmez ise, bunun kazananı, meşruluk ve sonuç bakımından, tek kişi yönetimi olacak.

O zaman; “bu kadarı da olamaz” demenin bir yararı olmayacak; çünkü artık fazla geç olacak.

Son 6 yılda ve son 6 ayda Türkiye toplumuna kaybettirilenler, gelecek üç yılda kaybettirileceklerin göstergesi.

Unutmayalım: askeri darbe dönemlerinde bile “tek kişi yönetimi” kurulmadı.