Anayasacılık, devleti, varlık nedeni olan özgürlükleri güvenceleyerek toplumsal barışı sağlayacak biçimde örgütlemektir. Örgütleme, üç ana işlevde somutlaşır: kural koymak, kuralları uygulamak ve çekişmeleri yargılamak.

Erkler ayrılığı, bu işlevlere denk düşen üç organda biçimlenir: Yasama ve yürütme siyasal, yargı teknik ve hukuki nitelikte. İlk ikisi karşılıklı denge ve denetim düzenekleri ile işler, yargı ise bağımsız. Anayasa bilimi, birey özgürlükleri ve toplumsal barış güvencesi olarak bu üçlüde biçimlendi.

Bunları sağlayabilen devlet sayısı, Afrika ve Asya’da çok az, Amerika’da kısmen, Avrupa’da ise daha çok sayıda. Türkiye, anayasacılar ve siyaset bilimcilerce, on-on beş yıl öncesine dek ‘anayasacılık’ ekseninde inceleniyordu; nüfusunun çoğunluğu Müslüman olup demokrasiyi gerçekleştiren tek ülke nitelemesi de yaygındı. Uluslararası bilimsel yayın ve toplantılarda artık anayasacılık ekseninde yer almıyoruz. Bunda anayasasızlaştırma ve anayasa değişikliği belirleyici oldu.

Anayasasızlaştırma sürecinde,  Gezi müdahalesi(Haziran 2013) kritik bir dönemeç; “Anayasa suçu” nitelemesi (Ekim 2016, D. Bahçeli) ise zirvedir. Aslında, 200 yıllık kazanımları silme fitili, “Anayasa suçu” tanısı ile ateşlendi ve  “ şu halde ben de Anayasa’yı kendi eylemlerime uydururum” yanıtı ile sonuçlandı 2017’de.

 Türkiye’de Anayasasızlaştırma süreci ve Dünyada popülizm eğilim arasında koşutluklar vardı. İktidarın kişiselleşmesi ve tek organ veya kişide yoğunlaşması olarak popülizm, yürürlükteki Anayasa hükümlerini ihlal sürecinde ortaya çıkıyor.

Anayasa’yı suç olarak nitelenen fiile uyarlamak ise, ‘anayasacılık’ta bir ilk ve bu, demokrasi ve laikliği bağdaştırmayı başarabilmiş çoğunluk nüfusu Müslüman olarak tek ülkede ortaya çıktı. Bu bakımdan, Anayasa’nın uygulanmasını teminle yükümlü CB Erdoğan’ın 1 Ekim TBMM konuşması, üç ön düzeltmeye muhtaç:

-Yetki: HAYIR! Yürütme, Anayasa yapım ve değişiklikle yetkili değil.

-“Toplumumuzun iki yüzyıllık hedefi” dedi: HAYIR! Tam tersine, tek kişi yönetimi yerine kurum ve kuralların geçerli olduğu bir yönetimi kurma süreci, 2017’de bir yıkımla sonuçlandı. Dahası, son yirmi yılda yapılan Anayasa için harcanan hiçbir sivil emek, böyle bir yıkımı önermedi.

-“Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi iyileştirilebilir” dedi. HAYIR!  CBHS, eğer siyasal sorumluluk ilkesini ve denge-denetim düzenekleri eşliğinde demokratik Anayasanın asgari standartlarını yansıtsa idi, ancak o durumda düzeltilebilir veya onarılabilirdi.

Bu düzeltmeler ötesinde ana sorun, geçen hafta başında TBMM Başkanı, sonunda ise Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY) tarafından yapılan konuşmaların ortam ve koşullarına bağlı: Anayasa hamlesi, yaygın ve sistematik hak ihlallerinin zirve yaptığı dönemle örtüştü. Eşitlik hakkından düşünce ve örgütlenme özgürlüğüne, çalışma hakkından mülkiyet hakkına uzanan geniş bir özgürlükler kategorisi sistematik ve keyfi olarak çiğneniyor. Antalya Film Festivali yasaklaması, Gezi kararı, Can Atalay dosyası ve Merdan Yanardağ yargılaması, buzdağının görünenleri. Bunlar, Anayasa’dan değil, PBDBY kurgusundan kaynaklanıyor.

Anayasa, yasa ve TBMM İçtüzük hükümlerini uygulamakla yükümlü oldukları halde, sürekli ihlal ettikleri Anayasayı dillerine pelesenk edenlerin, Anayasa biliminin şu yalın gerçeğini kabul etmeleri gerekir: anayasacılık, özgürlükler hukukudur; özgürlükler ise, hukukun matematiğidir.

Tam tersine, “anayasayı araçsallaştırma” sürecinde kuşatıcı yeni bir dalga ile karşı karşıyayız. Bu büyük ve sinsi oyun, siyaseti de kullanarak “toplumsal doku üzerinde egemenlik” kurmayı amaçlıyor. Yeni hamle, seçim yolunda bir gündem saptırmasına indirgenemez.

Türkiye toplumu yol ayrımında:  Hukuk ve özgürlük ihlalleri sorumlularının yeniden anayasa hamlesine seyirci mi kalacak, yoksa iki yüz yıllık fikri-hukuki ve toplumsal mücadelelerin ürünü olan kazanımlarını dün-bugün ve yarın çizgisinde sahiplenmek için demokratik Cumhuriyet atılımı yapabilecek mi?