Google Play Store
App Store

Son aylarda yaşananların bir diğer ve asıl üzerinde durmamız gereken sonucu ise; solun bir kez daha haklı çıkmış olması. Ortalığa saçılan suçların neredeyse hepsi, daha önce şu ya da bu şekilde sol tarafından dile getirilip mücadele konusu yapılmış, ancak sağ iktidarlar tarafından üstü örtülmüş iddialar.

Babasız kız çocukları

Soylu ile Peker arasında bir halkla ilişkiler savaşına dönen atışma, yargı dâhil olmak üzere tüm kurumların, AKP’li milletvekillerinin ve iktidara yakın medyanın önceleri ikircikli ve dağınık tepki vermesine neden oldu ise de, Bahçeli ve Cumhurbaşkanının tarafını belli etmesi ile bu dağınıklık kayboldu. İktidar tarafı, bir dönem el üstünde tutukları, rol model kabul ettikleri Peker’i dış güçlere bağlayıp Soylu’dan yana sıralandılar. Peker’in yanında gururla çektirilen fotoğraflar, övgüler silinmeye başlandı. Aslında alışılmadık bir şey değil. Bu arşiv silme işi iktidara yakın olanların neredeyse rutin işi haline gelmiş durumda.

Ortaya dökülen iddiaların en önemli siyasi sonucu; neredeyse bir efsaneye dönüşmüş olan AKP’nin iç disiplininin çok sağlam olduğu ve Erdoğan’ın iktidar içerisinde her şeye hâkim olduğu kabulünü yıkmış olması. Üstelik bu dağınıklık ve ölümcül iç kavgaların geçmişinin epey gerilere gittiği açığa çıktı. Hükümetlerin, bakanların birbirlerinin odalarını takip ettirdikleri, kumpas kurdukları, müteselsil/müşterek sorumluluklarını kaba bir şekilde birbirlerinin üzerlerine attıkları bir gayya kuyusu olduğu ayan beyan ortaya çıktı. Bu ilişkilerin bu kadar deşifre olmasında, paylaşılan pastayı küçülten kriz ve artık geri döndürülmesi çok zor olan güç kaybının etkisi olduğu açık. Bunun üzerine enine boyuna analizler yapıldı. Uzatmaya gerek yok.

Parlamentodaki muhalif siyasi partiler ise ilk başlardaki çekingenliklerini üzerlerinden atmış görünseler de ortaya dökülen iddiaların ciddiyeti ile uyumlu bir tepki verdikleri söylenemez. Hiç bir iktidarın bu boyutta bir çürümenin üzerine yatmasına izin verilemez, verilmemeli. Mevcut iktidar ortaklarının mirasçısı olduğu ve önemli ölçüde devam ettirdiği ideolojik tutumlarla ve kadroların, hatırlatılan rezilliklerdeki sorumlulukları ortaya konulmalı.

CHP dışındaki partilerin çekingenliklerinin nedeni, skandalların aktörleri ve ideolojileri ile geçmişteki yakınlıkları olabilir.

Mensubu bulunduğum CHP’nin daha sonuç alıcı tepkiler göstermemesi ise anlaşılmaz. Zaten reddedileceği belli olan önergeler vererek, yanıtlanmayacak sorular sorarak bu sürecin bir arınmaya dönüştürülmesi ve sorumluluğun iktidara çıkarılması imkânsız. Sanki kriminal ve kirli yönleri şimdi ortaya çıkmış gibi şaşırılan aktörlerle içli dışlı olanları, hatta partiden aday gösterenleri tasfiye ederek başlayabilirdik oysa. En anti demokratik ülkelerde bile böyle bir durumda meclis kitlenir, kitlesel eylemler ve grevler bu kirli yapının üzerine etkin bir şekilde gidilinceye kadar devam ederdi. Oysa “128 milyar dolar nerede?” kampanyası kadar bile etkin olunamadı.

Ancak farkındalık ve tepkiler kat be kat artmış durumda. Geleneksel medyanın ve akademinin çöküşü ile iletişimin dijitale kayması gibi nedenlerle, 2000 yılı ve AKP öncesinin bilgisinden uzaklaştırılmış geniş bir kesim şimdi şaşırarak 90’lardan bugüne uzanan rezillikleri içeriden birinin hatırlatması ile öğreniyor. Bu hafıza kesintisinde CHP yönetiminin, millet ittifakını büyütmek ve bir arada tutmak için “sağ sol kalmadı” şeklinde özetlenen mantıksal sonucu olarak ise; ezenle ezileni, sömürenle sömürüleni bir tutan, mevcut rezillikler açısından ise ölenle öldürüleni eşitleyen yaklaşımının büyük sorumluluğu var. O nedenledir ki Peker’in, kızının üzülmesi riski üzerine, dünyayı ateşe vermesi iddiası yer yer romantize edilirken, aynı yolun elemanlarının babasız bıraktığı çocuklar unutulmuş durumda.

CHP yönetimi açısından bir diğer engel de şimdiye kadar liberal sağın alkışını almak dışında bir işe yaramayan sağ/muhafazakâr sapma ve sağ kadrolara dayanma siyaseti olsa gerek. Çünkü mevcut skandal ve devlet destekli mafya ve çetelerle -en azından zihin düzeyinde- hesaplaşmak, aynı zamanda kökenini sol/komünizm karşıtlığında ve Kürt sorununu rutin dışına çıkarak çözmekte bulan devlet aygıtlarıyla hesaplaşmak olacaktır ki bu da şimdi izlenen politikalardan kopuş anlamına gelir. HSK seçimlerindeki teslimiyetçi ve uyuşmacı tutum, parti yönetiminin müdahale edici ve dönüştürücü siyasetten çok uzak olduğunun en sıcak örneği.

Tabii bir de git gide tüm muhalif yapılara sirayet eden “zaten gidiyorlar, amaçları bizi sokağa çekmek” yaklaşımı var ki siyaseti seyirlik hale getirmiş durumda. Korkarım iktidar, benzerlerini daha önce sıkça gördüğümüz keskin manevralarla kucağında beslediği bu çeteleri de bizim kapımıza bırakıp ellerini yıkayacak!

Son aylarda yaşananların bir diğer ve asıl üzerinde durmamız gereken sonucu ise; solun bir kez daha haklı çıkmış olması. Ortalığa saçılan suçların neredeyse hepsi, daha önce şu ya da bu şekilde sol tarafından dile getirilip mücadele konusu yapılmış, ancak sağ iktidarlar tarafından üstü örtülmüş iddialar. Hesabı sorulmamış Kontrgerilla ve Susurluk süreçleri, işkenceler, faili meçhuller ve yağmalarla cehenneme çevrilmiş ülkemizde bu haklılık pekâlâ bir manivelaya çevrilebilir. Sadece yazıya konu rezillikler değil pandeminin yarattığı yıkım da solu haklı çıkarmış durumda. Fetullahçı yapılanmanın devlete yerleşmesi süreci, özelleştirme, tarım ve çevre politikaları gibi ülkeye maliyeti büyük olan sorunlarda solun yaklaşımı hep doğrulandı. Şimdi bu çetelerin cinayet ve hırsızlıklarının üzerini vatan, bayrak, ezan söylemleri ile örtmelerine izin vermeden etkin bir mücadelenin zamanıdır.

Bu mücadele için EMEP- HDP-Halkevleri-SOL Parti-TİP-TKP-TÖP’ün yapmış oldukları önemli çağrıya Cumhuriyet Halk Partisi’nin de destek vermesi yaşanabilir bir Türkiye inşası için çok önemli olacaktır. Geçmişte üzerine gidilmeyip halının altına süpürülen sorunlar toplumu içten içe çürüterek hep büyüyen faturalarla önümüze çıktı.

Babası Uğur Mumcu karanlık bir cinayetle katledilmiş olan Özgür Mumcu çok güzel özetlemiş: Tekiner’i öldüren maşa, biraz hapiste yattı, sonra cezası affa uğradı. Bugün aramızda yaşıyor. O maşayı cinayete azmettiren, zamanının kudretli ülkücü şefi Ömer Ay da öyle. Onlara cinayet emri veren ağababaları ise hiç bulunamadı. Zaten dava dosyası da kayıp. Tekiner’in ölüm emrini verenler derhal bulunsaydı, valisi, emniyet müdürü el ele cinayetin üzerini kapatmaya çalışmasaydı, emin olalım ki bambaşka bir ülkede yaşıyor olacaktık.

(CHP Nevşehir İl Başkanı Mehmet Zeki Tekiner ve arkadaşı Yavuz Yükselbaba katledildiğinde tarih 17 Haziran 1980 dir. Tekiner’in kızı iki yaşındadır.)

Bu mücadele hem yaşanabilir bir Türkiye için hem de çetelerin babasız bıraktığı kız çocuklarına olan borcumuzu ödemek için tarihi bir görev olarak önümüzde duruyor.