Türkiye’de ilk kez bu denli yoğun bir iç savaş atmosferini tecrübe ediyoruz. Yaşadığımız ne 80 öncesinin faşist saldırılarına ne de 90’larki “düşük yoğunluklu savaşa” benziyor. AKP’nin yürüttüğü yeni savaş, Kürt illerinde topyekun imhayı ve insansızlaştırmayı amaçlıyor. Tam yüzyıl önce resmi makamların mihmandarlığında yerel aktörlerin yardımıyla uygulamaya sokulan demografik mühendislik ve etnik kıyım manzaralarını anımsatan bu süreç, Güneydoğu’da sınır bölgelerindeki Kürt yerleşim alanlarının boşaltılmasını, nüfus yapısının değiştirilmesini ve bu sayede Kürt hareketinin bölgesel düzeydeki hedeflerinin yok edilmesini sağlayacak bir biçimde işletiliyor.

Ölü kentlere doğru

Saray ve AKP, Türkiye’nin çeperindeki siyasi ve askeri kaostan yararlanarak “vurucu” hamlesini yaptı ve militarist öze geri dönüldü. Şehir savaşından uzak durmak isteyen Genelkurmay her nasılsa ikna edilmiş olacak ki tarihin en büyük askeri yığınaklarından biri yapıldı. Son MGK kararlarına bakınca TSK’nın hem Rusya konusunda hem de Kürt illerindeki savaşın derinleştirilmesi bahsinde iktidarla fikir ayrılığına düşmediği sezinleniyor. Proje “devlet projesi” olunca AKP ve ordu işbirliği yapıyor. Devlet tüm güçleriyle sahaya inip ilçe merkezleri cepheye dönüşünce kitlesel göçler de başladı. Bu göç dalgası 90’lardan çok daha geniş ölçekli ve sonuçları açısından daha yıkıcı olacak. Öte yandan başlangıçta belirli mahallelerle sınırlı “özsavunma” pratikleri bölgede hızla yayılıyor. Bu yayılma, savaşın ilçelerden tüm şehre adım adım genişlemesi ve daha çok gencin silahlanması demek. Eğer bu gidişat demokratik mekanizmalarla durdurulmazsa Diyarbakır ve Şırnak ölü kentlere dönüşecek. Bir yanıyla Balkanlaşmak, bir yanıyla İsrailleşmektir bu!

İsrailleşmek

İsrail ile diplomatik ilişkilerin yeniden “normalleştirilmesi”, içeride savaşan, dışarıda yalnızlaşan Türkiye’nin “öze dönüşü”nün yansımalarından biri. Hatırlayalım Charlie Hebdo saldırısından sonra Erdoğan, Paris’teki “Birlik Yürüyüşü”ne katılan İsrail Başbakanı Netanyahu’yu sert bir dille eleştirerek şöyle demişti: “Gazze’de 2 bin 500 kişiyi katletmek suretiyle bir devlet terörü estiren bu zatın el sallamasına nasıl bakıyorsunuz? Hangi yüzle gitti anlamakta zorlanıyorum… Bir defa siz o katlettiğiniz yavruların hesabını verin.” Erdoğan’ın bu sözlerinin üzerinden bir yıl geçmedi ki aynı Erdoğan İsrail ile ilişkilerin düzeltilmesi için birinci dereceden rol üstlendi. Şaşırmamalıyız, neden mi? Çünkü bugünün Sarayı ve emrindeki güçler İsrailleşmiştir!

Kürt illerinde devlet, İslamcıların İsrail’i eleştirdiği hangi militarist pratik varsa onu “mükemmelen” uygulamakta. Hukuki bir düzenleme yapmaksızın fiili cepheler tayin ederek “düşman” avına çıkmak, kontrol noktaları oluşturarak kentsel kamusal alanı parçalamak, kamu hizmetinden sorumlu olan aktörleri keyfi olarak geçici süreyle çatışma bölgelerinden çıkarmak, ev baskınlarıyla özel alanları tekinsizleştirmek ilk akla gelenler. İsrail, nasıl kırılganlaştırdığı çocuk bedenleri üzerinden aileleri pasifize ediyor ve militarist hakimiyetini sürdürüyorsa, çocukların yaşam haklarının sistematik ihlali ve buna neden olan faillerin cezasız kalması, savaşın hiç bitmemesine, yüzleşmenin gerçekleşmemesine neden oluyorsa Türkiye’de de benzer bir süreç yaşanıyor. AKP İsrailleşirken, Kürt çocukları da Filistinli kardeşlerinin kaderine mahkûm ediliyor.

Ne kadar ironik değil mi? Bütün politik sosyalizasyonunu İsrail karşıtlığı üzerinden tamamlamış Türkiye İslamcıları, bugün en çok düşman bellediklerine benziyor. Her fırsatta İsrail’e vicdan, ahlâk, insaniyet dersi veren İslamcılar, bugün çocukların katledildiği savaşta “topyekûn temizlik” manşeti atıp amigoluk yapıyorlar. Tatmin edilmeyen emperyal hırslarını, kendi coğrafyalarında bu ülkenin halkları üzerinde tatbik ediyorlar; Osmanlı düşü görürken Anadolu’yu Balkanlaştırıyorlar.

Bu ülkenin sosyalistlerinin, demokratlarının ilk işi Balkanlaşmaya, İsrailleşmeye karşı direnmektir. Ne belirli bir özyönetim tartışmasına kilitlenerek Kürt siyasetinin ajandasını benimsemek zorundayız ne de devlet şiddetini meşru gösteren oyunlara prim verilmesine müsaade ederiz. Bize düşen birlikte yaşamı savunmak ve bir an önce çatışmaların durdurulması için sokakta, meydanda, Meclis’te çaba sarf etmektir.