Son yazım, ordumuzun bel kemiği olduğuna her zaman inandığım ve saygı duyduğum astsubayların bir kesiminden tepki aldı. Yazıdan ötürü beni kınadılar ve özür dilemeye çağırdılar.

Yazının yanlış okunduğunu düşünsem de, incinen ve tepkilerinde samimi olan tüm astsubaylardan ve onları temsilen de Emekli Astsubaylar Derneği'nden hiç eğip bükmeden özür diliyorum. Belki de ben yetenekli bir yazar değilim ve yanlış okumaya müsait bir yazı yazdım.

Şunları hemen söylemeliyim:

1 – Yazının içinde de açıkça belirtildiği gibi, bu yazının ordudaki gerçek astsubaylarla hiçbir ilgisi yok.

2 – Bu yazı iş hayatında sürekli kullanılan bir lakapla (benzetmeyle) ilgili.

Benzetmeler (teşbihler) benzetilen şeyi daha değerli veya değersiz yapmaz. Bir şeyin bir benzetmede kullanılması o şeyin değerini etkilemez.

Türkçede birçok deyim ve atasözünde bazı meslekler ve toplumsal kesimler bir şeklilde anılır ve bunların bir kısmı hoş olmayan deyimlerdir. Ne yazık ki, bunlardan hoşlanmasak bile, onları kolektif bellekten silip atamıyor, zaman zaman kullanıyoruz.

Yazım “başçavuş” teriminin ticari şirketlerde bir kullanımıyla ilgiliydi. Bu şirket çalışanlarının kendi aralarında kullandıkları bir lakap. Ben doğmadan önce de kullanılıyordu, muhtemelen öldükten sonra da kullanılmaya devam edecek. Kısaca bu yazının ne ordudaki astsubaylarla ilgisi var, ne de ben yeni bir terim icat ettim.

Kırk yıla yakın bir süredir iş hayatındayım. Türkiye’nin birçok büyük şirketini yakından tanırım. Şirketlerde insanlara lakaplar takılır, bazı lakaplar da farklı meslek gruplarından üretilir.

Örneğin işini kaba biçimde yapan, detaylara dikkat etmeyen kişilere “baytar” denir. Veteriner hekimler hiç kuşkusuz zor şartlarda çalışan ve işini özenle yapan insanlardır ama bu teşbih (benzetme) her nedense öteden beri kullanılır.

Birisi çok kibirliyse ona “artist” denir. Oysa artistlerin kibirli olduğunu gösteren hiçbir bulgu yoktur. Yönetici diğer çalışanları fazlaca denetliyorsa ona “muhtar” denir. Bunu çalımla yapana “komiser” denir vs… Örnekler çoğaltılabilir. Bu tip lakapların iş hayatında kullanılması, o mesleğin hakikisini yapan kişileri etkilemez.

Lakaplardan biri de başçavuştur. Şirkette bir personele yetki ve sorumluluk verilmiş ama hak ettiği güven verilmemişse, o kişiye “başçavuş” demek de yaygın bir kullanımdır. Bu ifadenin orduda son derece zor ve önemli bir görev yapan gerçek “başçavuş”larla hiçbir ilgisi yoktur.

İşte benim yazım, bu teşbihi kullanarak “şirketlerdeki başçavuşları” anlatıyor, “ordudaki başçavuşları” değil.

Yazımda “lakabı başçavuş olan özel şirket çalışanları”nın orduda görev alan “orijinal başçavuşlar”dan farklı olduğunu da en açık ifadeyle yazdım. Yazı boyunca da defalarca “şirket başçavuşu”, “siyasal başçavuş” gibi tamlamalar kullandım.

Orduda göreve devam eden bir astsubay, aynı anda özel bir şirkette görev alabilir mi? Veya siyasette, bürokrasi de çalışabilir mi? Bu imkansız olduğuna göre “şirket başçavuşu”nu konu alan bir yazı gerçek bir asker olan “başçavuşu” niye bağlasın?

Şirketlerdeki bu tip yöneticilere neden “başçavuş” denilir? Başçavuşlar generallik seviyesine gelmesi (çok özel şartlar dışında) imkansız olan, terfi etmeleri sınırlandırılmış; öte yandan ordunun belkemiği durumunda askerlerdir. Astsubayların bu durumu yıllardır tartışılır. Şirketlerde de işi sırtlanan ama gerçekte asla ayrıcalıklı tabakaya alınmayan, bunun gerilimini sürekli yaşayan insanlar vardır. Onlara bu nedenle “başçavuş” denir. Belki de yalnızca bu açıdan gerçek başçavuşlarla benzeşirler.

Orduda keskin bir disiplin vardır. Orduda ticari şirketlerdeki gibi gri alanlar, tanımsız bölgeler, keyfi görev tanımları olmaz. Bu nedenle orduda rütbe kazanmış bir asker, bu rütbesini hak ettiği için alır. Keyfilik şirketlere özgü bozukluktur. Şirketlerde askeri disiplin olmadığı ve kararlar keyfi biçimde alındığı için süreç en goygoycu, en hırslı kişileri bu pozisyona getirir. Bu farkı da yazımda açık biçimde belirttim.

Özetle ne söz konusu yazıda, ne de hayatım boyunca, ordu mensubu gerçek başçavuşlar hakkında olumsuz tek sözcük yazmadım, söylemedim ve düşünmedim. Tersine, 57. Alay’da şehit olmuş Gemlikli Hasan Çavuş’un torunuyum ve bununla gurur duyuyorum!

Astsubayların meclisten yasalaşmasını bekledikleri ve yıllardır üzerine düştükleri özlük hakları, makam tazminatı, kıdem tazminatı, maaş iyileştirmesi konularını takip ediyorum. Kamuoyunun bu konuda sağlıklı bilgilenmesini hep önemsedim ve bunun için çalışmaya da devam edeceğim.

Amacı siyasetteki yetki karmaşasına değinmek olan, uyarılarım nedeniyle hem iktidar hem muhalefetten üst düzeyde teşekkür alan bir yazının odağının teşbihe kayması da tercih edeceğim bir şey değil.

Yazıyı okuyan birçok astsubay anlayışlı mesajlar yazdı. Eminim ki kendi aralarında tartışırlarken de “bu bir teşbih, bu sözler bize söylenmemiş” diyenler olmuştur. Son derece nazik ifadelerle, her şeye rağmen özür dilememi isteyen astsubaylar ve emekli astsubaylar da oldu. Okumadan hakaretler yazanların gerçek askerler olabileceğini düşünmüyorum.

Kimseyi üzmek istemem, ordumuzun bel kemiği astsubayları asla!

Sosyal medya çağında cımbızlanmaya bu kadar müsait bir örneği vermesem daha iyi olurmuş. Yazının tümünü değil de ondan yapılan kısa alıntıları okuyup samimi biçimde üzülen tüm astsubaylar ve ordu mensuplarından içtenlikle özür dilerim. Onların da trol yönlendirmelerini bir yana koyup, metnin tamamını sakin kafayla bir kez daha okumalarını dilerim.

Bu açıklamanın meramımı anlatmaya yardımcı olması dileğiyle, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda ve korunmasında büyük emeği olan başçavuşlarımızı saygıyla selamlıyorum.