Başka bir pandemi
Çürüme, virüs gibidir. Hızlı yayılan ve yayıldığı her yeri etkileyen bir virüs. Bu ara aşina olduğumuz kavramla, “pandemiye” dönüşmüş bir çürüme salgınının ortasında kaldık.
En tepeden mahallemizin sokağına dek yayılan bu çürümede, mağdur olan belli: Her geçen gün daha da yoksullaşan, mafyanın eline itilen halk. Fakir mahallelerin her köşe başında bekleyen torbacıdan kaçan mafya tetikçisine yakalanıyor, okula gidemeyen çocukların rol modeli bu “ağabeyleri” oluyor.
Meşhur Balkan rotasının eski duraklarından biri olan Türkiye eroin kaçakçılığında uzun zamandır kullanılıyordu, şimdi kokainin de hem rotası hem pazarı oldu. Pek konuşulmayan konu ise sokakta çok daha kolay ulaşılan uyuşturucular.
Birleşmiş Milletler’in 2020 raporuna göre, metamfetamin ticareti “rekor kırdı”, 2018 yılında sadece yakalanan metamfetamin 228 tona ulaştı. İstanbul da atık su testlerinde yüksek metamfetamin tespit edilen kentlerden biri. Türkiye, amfetamin ve ecstasy yakalanan ülkeler arasında da ilk üçte. Ecstasy’nin yüzde 50’si Türkiye, ABD ve Avustralya’da yakalandı. Bu yakalanma oranları, ticaretin (yani, yakalanmayanın) oranını da gösteriyor. Avustralya, Türkiye’nin Batı Avrupa ve Okyanusya’ya giden ecstasy için ana rota olduğunu açıkladı. Avrupa’ya ulaşan amfetaminin kaynağı da Bulgaristan ve Türkiye. BM raporunda, Suriye’de üretilen “captagon” adlı uyuşturucuyla ilgili de Türkiye’nin 2017 yılında transit ülke olduğunu resmi olarak açıkladığı belirtiliyor.
Ticaret Bakanı Dr. Mehmet Muş önceki gün, bugüne dek en yüksek miktarlı “captagon” cinsi uyuşturucunun ele geçirildiğini, Birleşik Arap Emirlikleri’ne giden uyuşturucu maddenin piyasa değerinin 313 milyon lira olduğunu açıkladı. Bu duyuru, Güney Amerika ülkelerinden Türkiye’ye gönderilen tonlarca kokainle ilgili açıklamaların ardından geldiği için ciddiye alınmasa da çürümenin boyutunu göstermesi açısından önemli.
En tepeden yük gemileriyle yürütülen bu ticaretin sonucunda Türkiye, sadece “rota” olarak kalmıyor. Uyuşturucu sadece büyük bir para kaynağı değil, fakir mahalleleri zaptetmenin de bir aracı.
Hasan Ferit Gedik’i hatırlar mısınız? Bu mimli mahallelerin birinde, Gülsuyu’nda, 29 Eylül 2013’teki uyuşturucuya karşı yürüyüşte vurularak öldürüldü. Protestoculara ateş açan çete üyelerinin yargılandığı davada dosyaya, çete üyeleri ile polisin samimi konuşmaları yansıdı.
Telefon tape’lerinde çete zanlılarından biri, olaydan hemen önce polisle telefonda konuşuyor, “Abi, ben sana yalan söylemedim şimdiye kadar, beni biliyorsun. Ben yapmadım onu, ben yapsam ben sana derdim yaptım diye. Benim sana yalanım dolanım olmamış şimdi kadar...” diyor. Polis de karşılığında, “Bu olayı senin yaptığını söylüyorlar gel iki dakika da ifadeni alalım” diyor. Bu arkadaşça konuşmayı kaydeden de yine polis. Yani, çete üyeleri bir yıldan fazla zamandır dinleniyor, ne yaptıkları biliniyor ve icraatlarına izin veriliyor. Ne karşılığında? Onu bilmiyoruz.
Çünkü bu konuşmalarla ilgili bir dava açılmadı.
En aşağıda olan bu, “yukarıda” olanlar da malumunuz: Parti kongrelerinde genel başkan belirleyen mafyalar, Kıbrıs’taki otellerden Bodrum’daki marinalara el koyan eski siyasiler, silah ticaretinden kazandıklarını offshore hesaplarda istifleyen yeni siyasiler, tek telefonla hizaya geçen “paşalar”, olup biteni belgesel gibi izleyen yargı mensupları…
Bu olup bitenle ilgili de bilinen bir yargı süreci yok.
Muktediri de mağduru da, bu büyük çürümeyi hep birlikte izliyoruz…