Bu topraklarda kaç kuşak devlet şiddetine, sermaye tahakkümüne, sömürü projelerine ve milliyetçi-muhafazakâr kıskaca direnerek özgürlük ve emek mücadelesini bir sonraki nesle miras bıraktı. Kim bilir belki azıcık boyun eğseler refah içinde geçecek ömürlerini hapishane köşelerinde, sürgünlerde, dağlarda mücadeleye adadılar. Bugün liberal sağ çevrelerin iddia ettiğinin aksine her biri devrimci öznelerdi; kendi kaderlerini kendilerinin belirleyeceğine inanmışlardı. İtaatkâr olmanın konforlu sahillerinde değil, azgın dalgalar içinde mücadele etmeye kararlı olduklarından her türlü baskıya direndiler. Mağduriyetten güç devşirmek yerine, bedel ödemeyi tercih ettiler. Saray’ın fiilen rejimin değiştiğini ilan ettiği şu günlerde yağmaya ve tahakküme karşı çıkanlar bu geleneğin mirasçısı.

Memlekete giydirilmeye çalışılan deli gömleği karşısında sosyalisti, sosyal demokratı ve ‘sıfatsız’ demokratı epeydir kurtuluş reçetesi arıyor. Daha önce AKP’yi canhıraş bir biçimde destekleyen liberallerin kayda değer bir kısmı gidişatın doğrudan kendilerini de tehdit ettiğini gördüğünden rotalarını muhalifliğe çevirdiler. ‘Eski’ seçkinlerin AKP’ye karşı muhalefet cephesine geçmesini taktiksel olarak kıymetli bulanların arasında yine aynı aktörler var. Peki baskı rejimine karşı ‘eski’ seçkinlerden medet umulur mu?

‘Saray rejimi’nde devletlû sıfatına erişenler koltuklarını kimseyle paylaşmaktan yana değil. AKP, sağ partiler ve devletle her daim ilişkisi olan cemaatleri önce merkeze bağladı sonra da kadrolarını eski seçkinlerin makamına yerleştirdi. 2010 referandumundan sonra hız kazanan saldırgan kadrolaşma, pazarlık mekanizmasını devre dışı bırakarak devleti ele geçirme operasyonuna döndü. Cemaatler, merkezi ya da yerel kamu bütçelerinden nemalandırılarak göreceli özerkliklerini yitirdiler ve AKP’nin güdümlü STK’si haline geldiler. Gülen ile ortaklık bozulunca diğer cemaatler boşalan kadrolara yeni isimler yerleştirme konusunda birbirleriyle yarıştı. Devletle iç içe geçtikçe iktidar sarhoşu oldular ve daha önce kibir ve ihtirasla özdeş gördükleri seçkinlerin yerini aldılar. Bu kervana katılanlar arasında, laik entelektüellerin rejimle ilişkisini eleştirmekle ün kazanan fakat bugün birer misyoner bürokrata dönüşmüş İslamcı yazar ve sanatçılar da var.

Sınıfsal konumları itibariyle ‘eski seçkinler’ ilk başlarda AKP kadrolarına yerlerini bırakmak konusunda isteksizdi hatta epey de ayak dirediler. Fakat gücün böylesine merkezileştiği bir dönemde peyderpey geri çekilmek zorunda kaldılar. Yaşamlarına sınıfsal pozisyonlarının bahşettiği konforla devam ettiler ancak ‘devletlû’ olma vasfını kaptırmanın sıkıntısını da üzerlerinden atamadılar. Fakat düşünülenin aksine bu kısmi yoksunluk duygusu AKP’ye karşı mücadelede onları müttefik kılmıyor. Aslında AKP’nin kurduğu İslamcı kamusallıkta yeni seçkinler gibi davranmaya çoktan teşneler. Yaşam tarzlarını özel alanla sınırlayıp devlet işlerinde ‘Müslüman’ olarak arzı endam etmeye hazırlar. İslamcı kadrolarla iş yapmaya hatta onlara yardımcı olmaya da mesafeli değiller. Onların yardımına ihtiyaç duymayacak kadar sistemi ele geçirmiş bir güç olmasına rağmen devletlû refleksleri vermekten de vazgeçemiyorlar. AKP’nin başlattığı savaşta Kürt halkına karşı militer-milliyetçi aktörlere destek vermeleri de bundan.

Saray’ın inşa etmeye çalıştığı korku ve baskı rejimine karşı gerçek mücadele veren güçler, siyasetin seçkinler arası bir çatışmaya indirgenemeyeceğini biliyor. Birleşik bir mücadelede AKP’ye muhalif olsa da eski-yeni seçkinlerin yeri yok. Ortak mücadelede bedel ödemesini göze alanlar, sermayeye ya da miras aldıkları güç ilişkilerine güvenenler değil, örgütlülüğe ve dayanışmaya inananlardır. Bu nedenle sadece tabandan gelen demokrasi talebinin özneleri politik bir devinim yaratma gücüne sahiptir. Siyaseti sandıktan ya da devletlûların çatışma veya uzlaşmasından ibaret görmeyen bir mücadele ancak Haziran meclislerinde olduğu gibi halk meclislerinde, işyerlerinde, okullarda filizlenebilir. Politik radikalizasyon da pratik sorunları çözme arayışının içinde sürekli ve dönüştürücü bir siyaseti örgütlediği müddetçe etkilidir. Aksi takdirde saman alevi gibi yanıp sönmeye mahkûmdur. Eğer emekten ve özgürlükten yana mücadelenin sokak - sandık ikilemine kurban edilemeyeceğinde mutabıksak yüzümüzü sol ve demokrat aktörleri yan yana getirmeye ya da birbirleriyle yarıştırmaya değil Tuzluçayır’dan Cizre’ye, Artvin’den Silopi’ye toplumsal mücadeleleri ortaklaştırmaya harcamalıyız.

Not: Yıllardır yan yana durmaktan onur duyduğum dostların bu köşeyi bana layık görmesinden dolayı ne kadar teşekkür etsem azdır. Beraber mücadeleye devam.