‘Hack’ bilinenin aksine sadece bilgisayar korsanlığı değildir, ayrıca başka bir şeydir. İstanbul’daki tüm muhalifler de haklı olarak yeniden kazanmaya odaklanmış durumda. Ama İstanbul dışında olanlar boş mu duracak? Şurası aşikâr: 23 Haziran sonucu ne olursa olsun Saray iktidarı, muhalefetin elindeki yerel iktidarları geri alma veya belediye binalarında hapsetme stratejisi uygulayacak. Peki, Saray’ın derdi nedir? Başkanlık […]

‘Hack’ bilinenin aksine sadece bilgisayar korsanlığı değildir, ayrıca başka bir şeydir.

İstanbul’daki tüm muhalifler de haklı olarak yeniden kazanmaya odaklanmış durumda. Ama İstanbul dışında olanlar boş mu duracak? Şurası aşikâr: 23 Haziran sonucu ne olursa olsun Saray iktidarı, muhalefetin elindeki yerel iktidarları geri alma veya belediye binalarında hapsetme stratejisi uygulayacak.

Peki, Saray’ın derdi nedir? Başkanlık merkeziyetçiliğine aykırı bir durumu bertaraf etmek, arpalıkları kaybetmemek filan ötesinde, neo-liberalizm belediyeciliğinden sapılmaması da asıl dertleri arasındadır.

Nedir neo liberalizm belediyeciliği? Belediyeler, yani yerel yönetimler konusu, ‘yerinden yönetim’ veya merkezi yönetimin bazı alanlarda yetki devri olgusuyla birlikte ele alınınca tam olarak kavranabilir. Yıllar önce de yazmıştım: ‘Yerinden yönetim’ kapitalist sistemde özellikle 1950’lerden sonra epey itibar kazanmaya başlamıştı. Bu dönemde mesela Peter Drucker adlı bir iktisatçı yerinden yönetim usulüne yeni bir anlam yüklemişti. Buna göre, çok uluslu ve tekelci sermaye şirketleri kendi bünyelerindeki dinamik alt şirketler sayesinde daha hızlı büyüme imkânlarına sahip olabilirlerdi. Bu yöndeki bir tercih kamu yönetiminde de yankısını bulmakta gecikmedi. 1985 yılında Strazburg’da imzalanan Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartnamesi ile yerel yönetimlerin merkezi otoriteden özerkliği garanti altına alındı ve 1993 yılında Maastricht Antlaşmasında da yerinden yönetim kavramı Avrupa Birliği hukukunun temel kavramlarından biri haline geldi. Kısacası sermayenin yerel olanı daha kolay denetim altına alabileceği bir işletme (management) ilkesi benimsenmişti. Hatta aynı kaygıyla, Dünya Bankası da ‘yerinden yönetim’ anlamında ‘ulus-altı yönetim’ kavramını kullanmaktaydı.

Bu politikalar yerel yönetimlerde de yaygınlaştırılan özelleştirmelerle birlikte uygulanıyordu; belediyelerin şirketleştirilmesi, uluslararası sermayenin birer alt şirketi durumuna düşürülmesi de amaçlanıyordu. Evet, ‘yerinden yönetim’, ‘âdemimerkeziyet’ elbette kulağa hoş geliyor. Ama kavramların soyut masumiyetleri değil de bunlar sayesinde ifade edilen bu tür somut kurumsallaşmalar da önemli.

Ayrıca CHP belediyelerinin, istisnaları olsa da, hepsinin bu neo-liberal anlayıştan tamamen muaf olduğu söylenemez. Dolayısıyla yerel yönetimlerin kimin elinde olduğu yetmez, çünkü hangi zihniyetin (mesela özelleştirmeyi benimseyenlerin) hizmetindeyse ona göre işlevi olan kurumlardır.

Dolayısıyla, devrim yapamasak da, başka şeylerde olduğu gibi belediyelerdeki mevcut kurumları ve yapıları dönüştürmek, onlara neoliberalizm karşıtı ve sahip olmadıkları yeni işlevler de yüklemek mümkündür. Mesela Dr. Bertie Russell, ‘Yerel Tuzağın Ötesinde’ başlıklı yazısında şöyle diyor: “Kurumu ele geçirilecek bir ‘şey’ olarak tanımlamanın tersine, belediyelerin yönetsel altyapıları, ‘hack’lenmesi ve dışarı açılması gereken bir dizi süreç ve toplumsal ilişki olarak yapılandırılmalıdır. … Dönüşüm stratejileri –ve yerel yönetimin kurumlarını ‘hack’leme çabaları– farklı politik ölçeklerde tamamen olmasa da epey farklı işlev kazanabilir.”

Evet, ‘Hack’ bilinenin aksine sadece bilgisayar korsanlığı anlamına gelmez. Bu tarzı genelleştirerek, hızlı ve küçük çözümler ile sistemlerin davranışlarını değiştirmek mümkündür. Kendi devrimci programını veya becerilerini kullanarak sistemin yağmacı uygulamalarını ifşa edebilir ve çökertebilirsin. Bunun için halktan ve emekten yana bir donanıma sahip olmak yeterlidir.

‘Hacker’ da zaten, devrimci kategoride ele alırsak, bir programı yapıldığından başka bir amaçla kullanma becerisine de sahip kişi değil midir?