Bir politik demans öyküsü: Özal’ı nasıl bilirdiniz?
İçinde yaşadığımız dönemin önemli bir özelliği var. O kadar uzun zamandır AKP iktidarının hüküm sürdüğü bir ülkede yaşıyoruz ki AKP’den öncesini hatırlamama, buralara nerelerden geldiğimizi unutma eğilimi toplumun büyük bir kısmını kuşattı. Genç kuşağın büyük bir bölümü için 2002 öncesi flu bir fotoğraf karesi gibi. Eğer ülkenin politik tarihine dair bir heyecan hissetmiyorlarsa o fotoğraftaki suretler ve olaylar belirsiz kalmaya devam ediyor. Yaşı demlenmiş olanlar arasında ise bugün tecrübe ettiklerinin vahameti yüzünden deforme edilmiş bir nostaljinin tünellerinde gezinenler var. Halbuki sürekli hatırlattığımız gibi AKP gökten zembille inmedi; o nostaljinin içerisinde AKP’yi iktidara getiren zihniyet saklı.
Bu uzun girizgâhı, sözü Özal’ın ölüm yıldönümünde yeri göğü saran övgülere getirmek için yazdım. Sağ siyasetin Özal’ı önemli bir politik figür olarak görüp, onu yad etmesinde şaşırılacak bir şey yok elbette. Türkiye’nin neoliberal dönüşümünü başlatan, tüketimi ve şatafatı fetişleştiren, emek güçlerini baskılayan Özal, tıpkı Reagen ve Thatcher gibi sosyal devletin tasfiyesinin sembol isimlerinden biri. Ancak bizler örneğin Britanya’da İşçi Partisi liderinin Thatcher’ı allayıp pullayan bir mesajına rastlayamayız. Biz de ise başta CHP lideri olmak üzere kimi sosyal demokratlar Özal’ı aslında hiç olmadığı biri olarak anmakta beis görmüyor. ‘Anayasayı bir kez delmekle bir şey olmaz’ diyen Özal’ın devlet kurum ve kurallarını önemsediğini iddia ediyor. Döneminde eşini dostunu bürokrasinin tepesine yerleştirmiş bir lideri ‘liyakate’ önem veren bir siyasi portreye dönüştürüyor. Halbuki 1980’ler boyunca SHP çizgisinin temsil ettiği sosyal demokratlar Özal’ın piyasacılığı, liberal soslu muhafazakârlığı ve pragmatizmine karşı kıyasıya bir mücadeleye girişmişti.
Bugün CHP liderini ve bazı belediye başkanlarını içine alan Özal güzellemesinin arkasında memleketin topyekûn sağcılaşması var. AKP’ye muhalif ama Türkiye’nin yakın tarihine sağın gözlüğüyle bakmakta ısrar eden, o tahrif edilen geçmişten bugüne dair siyaset çıkarmaya çalışan ve böylece Erdoğan’ın aslında nerelerden beslendiğini göremeyen, görmek istemeyen bir siyaset yapma biçimi alışkanlık haline geliyor. Dahası bu siyaset ‘millet ittifakının’ bir gereğiymiş gibi düşünülüyor. İttifakın, sağ yelpazede yer alan müttefiklere benzemek anlamına gelmediği bir idrak edilse belki işler değişecek ama CHP liderliğini buna zorlayan dinamik hâlâ çok dağınık hâlâ çok kendi halinde…
2020’de CHP’li vekiller muktedirin kibirli tavrından, halkı azarlamasından, halkla inatlaşmasından dert yanıyor. Erdoğan’ın faturasını ödeyemeyen milyonlarca insanın sesini duymadığını, salgın günlerinde emekçiyi düşünmediğini ifade ediyor. 1980’lerde Özal’ın tutumu da benzerdi. Kendisine geçinmediğini ifade eden bir işçiye ‘kime oy verirsen ver’ diyebilmişti. Çünkü o aslen zenginleri seviyordu, ‘işini bilen’ vatandaşa sempati besliyordu.
2020’de ‘salgın hastanesi yapıyoruz’ diyerek kimseye sormadan Atatürk Havaalanına iş makinaları sokuldu, ihale yandaşa verildi. Oldu bitti ile havalimanının bir daha kullanılamayacak hale gelmesine yol açıldı. Muhtemelen üç vakte kadar Yeşilköy’de eski pistlerin üzerinde gökdelenler yükselecek. İmamoğlu başta olmak üzere aklı başında olan herkes buna itiraz ediyor. Hafızalar tazelensin diye yazıyorum. 1980’lerde Özal da ‘hızı’ çok severdi. Otobanları ve betonu ‘küçük Amerika’ olmanın alameti farikası olarak görürdü. Şimdilerde Rönesans’ı, Kalyon’u baş tacı malum, Özal da inşaat şirketlerini el üstünde tutardı.
2020’de salgın günlerinde Meclis kapalı. Sık sık Cumhurbaşkanı kararnamesi çıkaran Erdoğan zaten parlamentoyu süs bitkisine çevirdi. 1980’lerde Özal, Meclis’i de muhalefeti de ayak bağı olarak görürdü. Mesela 5 yılda 161 tane KHK çıkarıp parlamentonun yetkisini ‘by pass’ etmişti. Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturduğunda ise başkanlık koltuğu düşleri kurmaya başlamıştı. Şimdi o koltukta Erdoğan oturuyor.
Erdoğan, iktidarın ilk döneminde Menderes, Özal ile birlikte fotoğraflarının yayınlanmasını pek severdi. Meşhur ‘milletin adamları’ kampanyası bir süreklilik merakına işaret ediyordu. CHP’nin mallarına el koyan Menderes, sosyal demokratlara ‘komünist bunlar’ diyen Özal, Milli Görüş gömleğini çıkaranlar için ideal birer referanstı. Zamanla Erdoğan fotoğraflarda tek adam oluverdi, tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi. Artık Menderes ve Özal’ın gölgesine ihtiyaç duymuyor. Muhtemelen kendini onların yapamadıklarını da başaran bir dünya lideri olarak görüyor. Ya muhalefet?
‘Erdoğan, Özal’ın devamıdır’ gibi kestirme bir sonuca varmak niyetinde değilim. Ama Özal ile başlayan devlet mimarisini piyasacı ve muhafazakâr talepler etrafında dönüştürme projesinin zirvesi AKP’dir. O nedenle hem AKP ile mücadele edip hem de Özal’ı övmek en hafif deyimle politik demans alametidir.