Bu yol AKP’nin paralı otoyolu değil, savaşa ve ölüme giden yolu değil, bu yol başka bir yol.

Karanlığı yırtarak eşitliğe, özgürlüğe giden bir yol.

Geçen hafta ÖDP’nin 9. Kongresi “bir yol açalım” sloganıyla toplandı. Konferans, kadınların sesiyle; kongre, gençlerin sesiyle çınladı; açılan yolun ilk devrimci sesleriydi bunlar. Eskinin devamı yeni bir sesle, yeni bir dille yeni bir yola koyuldular.

Tüm muktedirlerin bizlerden, sosyalistlerden acınası bir çaresizlikle nefret ettikleri besbelli, ‘anti sosyalist’ kişilik bozukluğundan mustaripler. Bu yüzden hepsinin dilleri bozuk. Yolları bozuk. İşte bu yüzden yeni bir dil, yeni bir yol şarttır.

ÖDP, 22 yıl önce kurulduğunda anneler babalar ile kızlar oğullar birlikteydi, şimdi artık nineler dedeler ile torunlar birlikteler. Zamanın nasıl geçtiğini saatli maarif takviminin sayfalarına bakarak görenler ile akıllı telefonlarının saatlerine (dakikalarına!) bakıp görenler birlikteler.

Saate bakmak yerine saatli maarif takvimine bakmaya alışmış ve yaşlanmakta olan bizim kuşak, olaylar bu denli hızlı gelişince bazen apışıp kalıyor. Şimdiki kuşak karşısında çok yavaş sayılabiliriz, ama eski takvim yapraklarını açmak, açılan yolun nereden geldiğini geçmişi hatırlatarak göstermek, o yolun nereye gideceğini bilmeyi de öğretiyor olmalı. Dedelerin ninelerin, torunlarına yol göstermesi, ne güzel.

Ve ne güzel, o yol tam da yeni bir günde açılıyor. Çünkü 21Mart, Ortadoğu halkları için yeni bir yoldur, yeni bir gündür, newroz’dur. Tüm mazlumların, Demirci Kawa’ların, zalim Dehhak’lara karşı ayağa kalktığı, yeni bir yol, yeni bir gün…
Çünkü o yol pes etmeden hep açılır, çünkü o gün yenilenerek hep tekrarlanır. 13 yıl önce bu köşede yazdıklarım gibi…
•••

Newroz pıroz be!
Her Newroz geldiğinde 1998 yılında kaybettiğimiz ‘Orhan abi’mi hatırlarım. Orhan ağabeyim; yani Orhan Kotan, Kürt halkının her daim kavgacı, her daim âşık, her daim öfkeli şairiydi... [45 yıl kadar önceydi.] Bıyıklarım henüz yeni terlemekteydi ve ben onun şiirlerini okudukça daha bir ajite olmaktaydım. Solculuğun elifbasını bir Kürt sosyalistinden de öğrenmekteydim. Bir de o yaşımda beni öyle gönendirirdi ki... Her yazdığı yeni şiirini mutlaka mektupla bana gönderirdi. Saklamam için... İyi ki göndermiş... Yoksa Sancı kitabındaki şiirlerin bir bölümü yitip gidecekti; hani Ahmet Kaya’nın Şarkılarım Dağlara albümünde seslendirdiği şiirler...

Elimde kitabının 1984 Stockholm baskısı var. Girişinde “bu şiirin bugün yayınlanabilir duruma gelmesinde büyük emekleri geçen dostlarım Melih, Ahmet, Gültekin dilerim çok yaşasınlar” diye bir not düşmüş. Ağabeyim Gültekin, 12 Mart döneminde Muş’ta avukatlık yapıyordu. Orhan Kotan ise Malazgirt’teydi. Sonradan müebbet avukatım olacak olan Ahmet ağabeyle (Atak) Orhan ve Gültekin’in yanına gitmiştik, 12 Mart şehirlerinin boğuculuğundan azıcık kurtulabilmek ve Kürt tarihini öğrenmek, 1930 Zeylan deresi katliamından arda kalan canlı tanıkları dinlemek için. Orhan Kotan karlı dağların gecelerinde bize Sancı’sını dile getirmişti. Ahmet Atak ile birlikte bu destanı şairin kendi sesinden teybe kaydetmiştik. Sanırım en sahici stüdyo kaydını biz gerçekleştirmişizdir: “değil mi ki / güneşin karnında ateşle yoğrularak mayalanıyor devrim / değil mi ki / ekmek ve bağımsızlık uğruna kabuğunu çatlatacak çekirdek.” Evde Kürtçe ağıt plakları vardı; bunları da Orhan Kotan şiirlerini okurken, sesini alçaltıp yükselterek fon müziği yapmıştık. Birlikte Newroz kutlamıştık; şaraplarla, türkülerle, şiirlerle. Orhan Kotan bizlerden daha Türk idi; bizler ise onunla yarışırcasına daha fazla Kürt; o günlerde solculuk böyle bir aşktı...

Malum, Newroz, sistem tarafından içselleştirilmeye çalışılıyor. Önce ‘w’ harfine taktılar. Sonra çiçek böcek bayramı, bahar şenliği olarak sunmaya çalıştılar. Oysa bilen bilir; Newroz, haksızlıklara, zalimliğe karşı kavgada yeniden doğuşun ve kardeşliğin simgesidir ve dilerim hep böyle anılır. Tarih boyunca zalimler ve zulme boyun eğmeyenler var oldu. Bu arada Dehhak’lar da çağdaşlaştı; Büyük Ortadoğu Projesi’nde görev yapıyor, yani şimdi de Türk, Kürt, Arap Dehhak’lar zulmü temsil ediyor. Karşılarında yine Türk, Kürt, Arap Demirci Kawa’lar saf tutuyor; tutmalılar. Tutmalılar ki kavgalar boşa gitmesin, destanlar, şiirler boşluğa okunmuş olmasın.

Şairler de ölüyor; ama şiirleri hâlâ çağıldıyor ve Orhan Kotan 30 yıl [43 yıl] öncesinden şöyle seslenmeyi sürdürüyor:
“deşer her bir yanımı / kanatır / kanatır amerikan neferinin kabaralı potinleri / ve nazlı seherlerimin üstünde / bir dinsiz iymansız, bir haydut gece / kara çarşaflarını / kara çarşaflarını dalgalandırır.”

...

“fabrika düdükleri / ve bayraklar / bayraklar bayraklar yankılanır / sabahların alacasında / alın terinin ışığında çiçeklenir akasyalar/ filizler göğerir / çatlaya çatlaya açılır tomurcuklar / gizli antenlerin yalan kusmadığı / ve çek defterlerinin / ve amerikan üslerinin / yani kahraman ulusların kan ağladığı / yani zincirlerin/ ve tasmaların / ve ölüm kamplarının kahrolmuş delik deşik duvarlarında / barış güvercinlerinin ak göğüsleri / ve zafer marşları kanat çırpar /..../
ha gayret / dayanın çocuklarım / direnin çocuklarım / saçılın yıldız yıldız murdar karanlığa / emzirsin sütünü geceye alatanlar.”

(BirGün, 21 Mart 2005)