Çok yıllar önceydi. Ankara’nın kirli havası Mayıs ayında bile nefes almayı zorlaştırıyordu. Ağabeyim Gökhan’la Bahçelievler Ortaokulu’nda öğrenciydik. Yıllardır gidip geldiğimiz okul yolu bu sefer sanki ayaklarımızın altından kayıp gidiyordu. Zira “Anneler Günü” dolayısıyla yapılacak etkinlikte ilk kez bir bestemizi seslendirecektik. Çeşitli konuşmalar, müsamereler, şiirlerden sonra sıra bize geldi. Gökhan gitarla giriş yaptı ben de “Bakışın güneş gibi ısıtır içimizi/Gülüşün aydınlatır üzgün kalpleri/Elimizden şefkatle tutar seversin /Dünya’ya geldiğimiz günlerden beri” diye şarkının ilk dörtlüğünü söylerken okul müdürümüz ayağa kalktı ve el kol hareketleriyle de güçlendirdiği canhıraş sesiyle “Kesin be kesin. Bu nasıl şarkı? Daha oynak bir şeyler çalsanıza…” diye bağırdı. Gökhan’da ben de bizi hafif kıskançlıkla izleyen öğrencilerin alaycı bakışları arasında sahneyi terk ettik. 2 çocuk için öylesine travmatik bir durumdu ki şu satırları yazarken bile üzülüyorum.

Aslında bu olaydan sonra belki de normal olanı bizim müzikten nefret edip bırakın şarkı yazmayı müzikten tamamen kopmamızdı. Ama öyle olmadı. Belki de bu kaotik durum bizi daha da kamçıladı ve yıllardır müzikle iç içe yaşamamızı sağladı.

Türkiye’de bir şeylere rağmen şarkılar, şiirler, oyunlar, filmler, romanlar, resimler heykeller çıkıyor ortaya. Kimse güzel bir şey yaptığınız zaman sırtınızı sıvazlamıyor. Hele ki sanat alanında devlet bırakın sırtınızı sıvazlamayı, sanat eserlerini engellemek önünü kesmek için varını yoğunu ortaya koyuyor…

Hasan Ali Yücel ve Köy Enstitüleri dışında kültür ve sanata yatırım yapılmış her hangi bir dönem ve ufacık bir proje yok. Günümüz iktidarı ise sanat alanında baskının yasaklamanın hoşgörüsüzlüğün tavan yaptığı, sanat eserlerinin ucube sanatçıların ise müsvedde diye aşağılandığı bir dönem. Bunları niye yazıyorum.

Bu hafta gündeme müzikle ilgili dört önemli isim düştü.

Umut Kuzey, Özdemir Erdoğan , Alpay ve Mabel Matiz.

Bu isimlerin hepsi -seversiniz sevmezsiniz- alanında çok başarılı işlere imza atmış insanlar. Sanmıyorum ki hiç biri biz topluma örnek olacağız, herkes bizim gibi yaşasın bizim gibi düşünsün diye yola çıktı. Özellikle saydığım ilk üç isim yaptıkları çok önemli işler dışında söyledikleri birkaç söz için böylesine bir tepkiyi ve dışlanmayı bence hak etmiyorlar. Umut Kuzey’ in sosyal medyadaki paylaşımı, Özdemir Erdoğan’ın rahmetli “sanat güneşi”miz Zeki Müren için söyledikleri , Alpay’ın ise Yeditepe İstanbul konserleri kapsamında verdiği konser sonrası ettiği teşekkür nedeniyle bu derece yıpratılmalarını doğru bulmuyorum. Umut Kuzey’in yaptığı ülke çapındaki festivaller sayesinde kaç bin kişiye istihdam sağladığını biliyor musunuz? Kaç yüz bin gencin bu festivallerde hem de günler boyunca müziğe doyduğunu, lojistik olarak konser alanlarının hep deniz kenarında olması nedeniyle de kendi yaşıtlarıyla özgürce tatil yapma şansı bulduğunu.

- Aklınızda bir soru kalmasın. Yıllardır yapılan Milyonfest’ lerde toplam 4 kez sahne aldık. Bu sene yapılacak festivallerde de yokuz.-

Sevdim Seni Bir Kere”, “Gurbet”, “İkinci Bahar”, “Pervane” ve “Para’nın ne Önemi Var” isimli şarkılar hangimizin yüreğine dokunmadı? Bunları unutup hemen harcayalım mı Özdemir Erdoğan’ı?

“Sıradaki şarkım devlet tarafından zalimce katledilen insanlara gelsin” diyen kaç kişi oldu bu devirde? Hem de birkaç ay öncesinde. Sosyal demokrat olduğunu her fırsatta dile getiren ve de Bora Ayanoğlu’nun çok özel bestesi “Fabrika Kızı”nı müthiş yorumlayarak sınıf farkını hepimizin kafasına sokan müthiş yorumcu ve koca çınar Alpay’ı bir çırpıda harcayalım mı? Bir Özdemir Erdoğan ve Alpay kolay yetişmiyor arkadaşlar… Bir Mabel Matiz de öyle. Son yılların en özgün en başarılı en devrimci müzisyeninin ise başına gelenin affedilir bir tarafı yok. Bu özel hayata olan saldırgan ve cinsiyetçi tutumla sonuna kadar mücadele etmek hepimizin görevi. Artık bıktık örf adet ve geleneklerimize aykırı lafının arkasına saklanan bu faşizan tutumdan…

Çekin ellerinizi bu pırıl pırıl gençlerden…