Çağlayan Adliyesi, hani son dönemde birçoğumuza muhalif olmanın bedelini ödetmeye çalışanların bizi ‘davet’ ettiği devasa bina. Onun da adalete uygunluk açısından ‘işlevi’ ile değil büyüklüğüyle gurur duyan birileri mevcut. Adaletin arandığı yer olmanın çok ötesinde zorunlu bir buluşma mekânı bizler için Çağlayan. Dink davasından tutun da gazetemize, barış için akademisyenlere ve cumhurbaşkanına hakaret davalarına kadar uzanan adalet arayışımız genellikle Çağlayan’ın soğuk duvarlarına çarpıp geri dönüyor. Tümüyle cezaevine dönüştürülen, yerleşik kuralları keyfi bir biçimde değiştirilen bir memlekette, adalet talep etmekten vazgeçmemek kolay bir iş değil. “Devlet adına kurşun atan da yiyen de şereflidir” sözünün zamanı aşan ‘ağırlığı’ eşliğinde failler cezasızlık zırhı ile korunurken infazları, kıyımları, yolsuzlukları dile getirenler kendilerini bir bir cezaevinde buluyor. Ardı arkası kesilmeyen bir yıldırma ve korkutma operasyonu bu. Sizi yaptığınız işten alıkoyan, gündelik ilişkilerinizi baltalayan korkunç bir kısır döngü! Her sabah acaba bugün kimi, hangi düzmece delille içeri aldılar sorusunu sorduran zehirli bir atmosfer. Bu nasıl olur diye hayret ettiğinizde hep benzer bir cevap: “olağanüstü günlerden geçiyoruz!”



Adliyenin bodrum katlarından biri geçen cuma Kuranı Kerim tilaveti için özel olarak düzenlenmiş, koridorlara halılar, seccadeler serilmiş. Hakimler, savcılar haremlik-selamlık oturmuş, koridorlara hoparlörle yayın yapılmış. Adalet Sarayı diye bildiğiniz bina Adalet Camiine dönüşüvermiş. Acaba orada hazır bulunan yargı mensuplarının kaçı iktidarın tüm adalet sistemini yerle bir etmesinden şikâyetçi? Kaçı adil yargılamanın sistematik bir biçimde ihlal edildiği bu dönemde sesini yükseltmeyi aklından geçirdi? Üst yargı organları hallaç pamuğu gibi atılırken, tasfiye listeleri hazırlanırken kaçı vicdanı rahat bir biçimde secde ediyor? Adaletin tesis edilemediği yeri ibadethaneye dönüştürünce haksız verilen cezalar affediliyor mu örneğin? Yok sormayalım ne de olsa “olağanüstü bir dönemdeyiz”’!
Üniversitelerde yaz kıyımı yaşanıyor. Peşi sıra YÖK’e giden disiplin soruşturması dosyalarında imzacılara memuriyetten men talep ediliyor. Muhbir öğrenci, muhbir meslektaş, yandaş basın işbirliğiyle birçok değerli akademisyene kendisiyle “yolların ayrıldığı” gururla bildiriliyor bugünlerde. Ne akademik özgürlük ne de bilimsel emeğe saygı var. Daha birkaç gün önce Buca Eğitim Fakültesinde mezuniyet töreninde dans eden genç kadınları hedef alan gericilik vekil dekanı görevinden etti, daha da fenası öğrencilerin guruyla oynadı. İdareciler, tetikçi medya organlarının yanlış bilgilendirmesine karşı duracağına o haberleri tasfiyelere gerekçe olarak kullanıyor.. Suç yok ki cezası olsun derseniz cevap belli: “olağanüstü koşullar”! Hocasına sahip çıkıp soruşturma açmayan istisnalar bir yana, kendi elemanını sanık sandalyesine oturtanlar her geçen gün artıyor. Akademisyenlerin büyük bir kısmı olup bitenleri sessizce izlese de iyi ki onurlu öğrenciler var. Susmuyorlar, evrensel akademik değerlere müdahaleleri protesto etmekten çekinmiyorlar.

“Diplomamız da tam kadınlığımız da”; tıp fakültesinden mezun genç kadınların haykırışı kadınlığın yeterlilik belgesini tekeline aldığını düşünenlere nasıl da güzel cevap. Memleketin “yarım”, “eksik” olmakla suçlanan kadınlarının büyük bir bölümü suskunluğunu korurken gençlerin hem kendi kadın kimliklerine hem de emek verdikleri eğitimlerinin semerelerine sahip çıkmaları, yaşananları “olağanüstü zamanlar” deyip geçiştirmemelerinden güç alıyor.

Askere operasyonlarda yeniden yargı zırhı bahşeden yasa AKP-TSK uzlaşması sonucunda meclise getirilince CHP’nin ne yapacağı merakla bekleniyordu. Dokunulmazlıklar bahsinde vahim bir siyasi hata yapan CHP yönetimi yeni bir basiretsizlik örneği sergiledi. Sıkıyönetim yasasına benzeyen yasa için CHP yönetimi destek vereceğini açıkladı ve hatta ek maddeler talep etti. Partideki sol ve demokrat kesim yeniden sesini yükselttiğinde Kılıçdaroğlu’nun savunması tanıdıktı: “Olağanüstü bir dönemden geçiyoruz”!

Demokrasi kaybı yaşamanın ötesine geçtiğimiz doğru; siyasetin bildiğimiz ölçütler dışına çıktığı da doğru. Ancak olağanüstü dönem ifadesine başvurarak şahit olduğumuz tüm hukuksuzlukları, baskıları normalleştirmek iktidarı aklamak ve ona mevzi sağlamaktır. Savaş, haksız tutuklamalar, İslamcı dayatmalar ve tasfiyeler gerekçelendirilerek sineye çekilmemeli. Eğer gerçekten olağanüstü bir durum olduğuna inanıyorsak ona göre mücadele yöntemleri geliştirmekle meşgul olmalıyız, zira kenara çekilip beklemek “olağana” dönüşü sağlamıyor.