Çıkar ile kârları için gezegeni hiçe sayanların yerleri ve hepimizi zehirleme miktarları nokta atışı tespit edildikçe, firma ve ülkeler üzerinde baskılar kurularak kaynakların denetlenip kısıtlanması mümkün olacak.

Bizi boğanların kaçacak yeri yok
Carlsbad, New Mexico'da tespit edilen 3 kilometrelik metan.

İklim krizi denildiğinde akla ilk gelen sera gazı karbondioksittir; çünkü atmosferin sadece milyonda 400 küsurlük (yaklaşık %0,04’lük) kısmını oluşturan bu gaz, bir kez atmosfere saçıldığında asırlarca orada kalabilir ve gezegeni ısıtmaya devam edebilir. Bu müthiş uzunluktaki süre, karbondioksiti küresel ısınma açısından çok tehlikeli yapıyor.

Ancak eşit miktarda ton başına en tehlikeli sera gazı aslında karbondioksit değildir: Metan, karbondioksitten 80 kat güçlü bir sera gazıdır ve atmosferik metan oranları 1750 yılından bu yana yüzde 150 artmıştır. Buna karşılık metan, atmosferde sadece birkaç on yıl boyunca kaldığı için, uzun dönem ısınma açısından genellikle karbondioksitin gölgesinde kalmaktadır. Yine de iklim krizinin bütün hızıyla kötüleştiği bugünlerde, en azından kısa vadede deneyimleyeceğimizi ekstrem hava olaylarını yavaşlatmak istiyorsak, metan salımını kontrol altına almamız şart – hele ki şu anda sera gazı etkisinin %yüzde 20’si kadarından metan gazının tek başına sorumlu olduğu düşünülecek olursa…

Ne var ki gezegene saçılan metana yönelik gözlemler ya çok geniş coğrafyaları kapsayan ve çözünürlüğü düşük gözlemler olabiliyordu veya tek tek şüphe duyulan kaynaklara gidip yerel ölçümler yapmak gerekiyordu. Dolayısıyla uzaydan, yüksek çözünürlüklü sensörlerle çok spesifik metan kaynaklarının tespit edilip metan saçımına müdahale edilmesi mümkün olmuyordu.

NOKTA ATIŞI TESPİT

Tüm bunlar, NASA’nın geçtiğimiz aylarda SpaceX ortaklığıyla Uluslararası Uzay İstasyonu’na gönderdiği EMIT (Dünya Yüzeyi Mineral Toz Kaynağı Araştırması) göreviyle değişecek gibi gözüküyor. Aslında İstasyon’a eklenen bu enstrümanın ana amacı, Dünya geneline saçılan toz ve kumların ana kaynağı olan çöllerdeki kilit mineralleri tespit etmek. Bu sayede, bu tozların iklim değişimi üzerindeki etkilerini anlayabiliyoruz. Ama aynı sensör, çalışma prensibi gereği, karbondioksit ve özellikle metan kaynaklarını da adeta nokta atışıyla tespit edebiliyor. İstasyon’a daha Temmuz 2022’de eklenen alet, şimdiden Orta Asya, Orta Doğu ve ABD’nin güneybatısında “süper-saçıcılar” olarak adlandırılan çok sayıda metan kaynağı tespit etti. Örneğin ABD’nin New Mexico eyaletinin güneydoğusunda bulunan bir metan bulutu 3,3 kilometreye yayılıyor. Bu bulutun kalbinde, yeryüzündeki en büyük petrol sahaları yer alıyor. Bu, hiç de şaşırtıcı değil; çünkü petrokimya firmaları ve ham petrol çıkarılan bölgeler metan saçımı konusunda bir numaralı şüpheli. Örneğin bir diğer mega metan kaynağı, Türkmenistan’ın Hazar kentindeki 12 petrol ve gaz fabrikasında tespit edildi. Bu kaynaktan batıya doğru savrulan metan bulutlarının bir kısmı 32 kilometreye ulaşıyor. Bir diğer süper-saçıcı, İran’ın Tahran kentinde bulunan 4,8 kilometrelik bir bulutun içinde yer alıyor. Bu defaki suçlu, bir atık işleme tesisi. Özellikle de arazi doldurmakta kullanılan atıkların bozunması sırasında bol miktarda metan saçıldığı biliniyor. Sadece bu 3 kaynak, geçen her bir saat atmosfere 77 bin 200 kilogram metan saçıyor – ve görev kapsamında, son 3 ayda bu süper-saçıcılardan en az 50 tane keşfedildi.

SORUMLUSU PETROL ŞİRKETLERİ

Bu, tabii ki sadece bir başlangıç. Kendi çıkarları ve kârları için gezegeni hiçe sayanların yerleri ve hepimizi zehirleme miktarları nokta atışı bir şekilde belirlendikçe, bu firma ve ülkeler üzerinde baskılar kurularak bu kaynakların denetlenmesi ve kısıtlanması mümkün olacak. Bu, iklim kriziyle mücadelenin en önemli basamaklarından biri; çünkü her ne kadar firmalar (ve kimi zaman devletler) küresel ısınmanın suçunu vatandaşa yıkmaya çalışsalar da bu felaketin ana sorumlusu dev petrokimya firmaları ve onları denetle(ye)meyen devletler. Dolayısıyla bu krizin çözümü de yine ulusal ve uluslararası yönetim kademesinden gelmek zorunda. Ancak vatandaş bu yönetim kademeleri üzerinde doğru baskıları uygulamazsa, kısa dönem kâr veya seçimleri düşünen yönetimlerin bu tür orta ve uzun vadeli krizleri önemsemesi mümkün gözükmüyor. Bu nedenle bu konuda ne kadar çok veri toplanabilirse, o kadar fazla ve etkili kamuoyu oluşturulabilir ve belki de kırk yılın başı bazı doğru adımların atılması sağlanabilir.

Veri, aksiyona dönüşecek mi, bekleyip göreceğiz.