Kuraklık ve yüksek sıcaklıklar ile aşırı yağışların damgasını vurduğu bir yaz dönemi geçiriyoruz. Temmuz ayının başında dünya genelinde kayıtlara geçen en sıcak günleri yaşadık. 3-6 Temmuz arası her gün bir önceki günün rekorunu kırdı. Geçtiğimiz günlerde Çin, 52 dereceyi gördü.

Sıcaklık rekorlarının hemen öncesinde, haziran başlarında da Kanada kayıtlara geçen en kötü orman yangını sezonunu yaşamaya başladı. Bir ay içinde 3 binden fazla orman yangını yaşandığı ve bunun da dönem ortalamasının on katına tekabül ettiği söyleniyor. Üstelik yangın sezonunun ekim ayına kadar devam etmesi bekleniyor.

Bu kadarla da bitmiyor, Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) Avrupa’nın 1980’lerden bu yana dünyanın en hızlı ısınan kıtası olduğunu söylüyor. Örgütün geçtiğimiz ay yayımladığı Avrupa’da "İklimin Durumu" adlı yeni bir rapora göre, Avrupa’daki sıcaklıklar son 30 yılda küresel ortalamanın iki katından fazla arttı ve bu artış dünyadaki tüm kıtalar arasında en yüksek seviye. Isınmadaki bu eğilimin devam etmesi ise son aylarda artan şekilde şahitlik ettiğimiz üzere olağanüstü sıcaklıkların, orman yangınlarının ve sellerin toplumu, ekonomileri ve ekosistemleri daha çok etkilemesi anlamını taşıyor.

WMO raporunu, ekosistemi maden ruhsatları ve ormansızlaşma tehdidi altındaki ülkemiz açısından önemli kılan bir yan da var. 1981-2010 sıcaklık ortalamasından en büyük sapmaların kaydedildiği bölgeler arasında Türkiye’nin doğusu yer alıyor. Kıbrıs, Fransa, Yunanistan, İsrail, İtalya, Lübnan, Karadağ’ın yanı sıra Türkiye’nin güneyinde orman yangınları 2006-2020 ortalamasının yaklaşık üç katı ve daha fazlası. Raporun bu bulgularına şaşırmıyoruz.

***

Zira son bir haftada Belen’de, Gökçeada’da ve Çanakkale’nin kimi köylerinde farklı noktalarda, Milas’ta, İzmir’de Menderes ve Aliağa’da, Osmaniye’de, Kahramanmaraş’ta, Kayseri’de, Eskişehir’de, Ayvalık’ta; ülkenin dört bir yanında ormanlık alanlarda yangınlar çıktı. Bursa’da ve Sakarya’da tam da hasat sezonunda buğday tarlaları yandı. Fakat her yaz yaşanan yangınları da kanıksamış durumdayız, gerektiğince ciddiye almıyoruz.

Üstelik iklim krizinin ülkemize tek yansıması sadece sıcaklık ve kuraklık da değil. Ülkenin doğusu ve güneyi artan sıcaklıklar ve kuraklık ile boğuşurken kuzeyi ise aşırı yağışlar kaynaklı sellerle baş başa kalıyor, her sene telafisi mümkün olmayan kayıplar yaşanıyor.

Elbette havalar böyle seyrederken, hükümetlerin eli de armut toplamıyor. Isınmayı körükleyen kapitalist politikaları tam gaz uygulamayı sürdürüyorlar. Kanada’nın Chibougamau bölgesinde görev yapan itfaiye yetkililerinin de hatırlattığı gibi, yangınların böylesi şiddetlenmesinde madencilik ve tomrukçuluk endüstrisinin önemli payı olmasına karşın örneğin, orman ekosistemler sürekli bir biçimde maden yatırımlarına açılıyor. Ülkemizde de her gün daha çok maden ruhsatı veriliyor. Her gün daha fazla tarım alanı sermaye, sanayiye, inşaata, yenilenebilir enerji kaynak alanına çevriliyor.

Halihazırda milyonları riske atan bir sorunu adeta çözümsüzlüğe vardırmaya çabalıyorlar. Bilimsel veriler ne derse aksini yapıyorlar. Zeytinliklere, meralara 6 Şubat’ta acı bir şekilde şahitlik ettiğimiz depremi felakete dönüştüren koşulları görmezden gelme pahasına binalar dikmek istiyorlar.

***

Ormanları delik deşik ediyor, verimli toprakları kurutuyor, dereleri denizleri betona boğuyor; aşırı hava olaylarının hem sebep hem de sonuçlarını körüklüyorlar. Her gün karşımıza çıkan aşırı hava olaylarını “doğal afet” olarak niteleyerek konunun kapitalist boyutunu ve bilimsel uyarıları da görmezden gelerek tüm bu talanı meşrulaştırmaya çabalayan ana akım medya da cabası.

İklim değişikliği kaynaklı krizler Kanada’dan Türkiye’ye değin geniş bir coğrafyada kendini hatırlatırken, tüm bu doğal olmayan felaketlerden en çok etkilenen toplumun yoksul kesimlerinin bu acıları daha fazla yaşamasını önlemenin felaket üreten sistemin kısa vadeli kar güdümlü, büyüme hedefli emperyalist kapitalist önceliklerine meydan okumakla başlayacağı aşikar. Aksi takdirde bu gidişle ne orman ne tarla, ne su ne gıda, ne köy ne de kır bırakacaklar.