Her ne kadar kibarlaştırılıp, ehlileştirilerek ‘öteki’ kavramıyla karşılansa da ırkçılık her toplumun doğasında var olan bir güçtür. Mesele toplumun değerler dizgesinin dahası kamusal...

Her ne kadar kibarlaştırılıp, ehlileştirilerek ‘öteki’ kavramıyla karşılansa da ırkçılık her toplumun doğasında var olan bir güçtür. Mesele toplumun değerler dizgesinin dahası kamusal alanının, bu gizil ırkçılık karşısında aldığı tutumdur. Onaylıyor mu, açıkça ifade edilmesine izin veriyor mu; yoksa denetleyip, yargılayıp ahlaksızlık olarak tanımlıyor mu?

İbnelik, tıpkı başlıktaki paradoks çift anlamlığı gibi, bir yandan bir özelliği yok sayıp, sapkınlaştırıp, anormal olarak damgalarken aynı zamanda sözcüğün anlam katmanlarını eğip bükerek kötü, pis, üçkağıtçı, yalancı, ‘namussuz’ gibi yan anlamlarla da donatıp, değersizleştirilmesinin en iyi örneklerinden biridir.

Bu yolla ibnelik gibi sözcüklerin giderek yan anlamları, temel anlamını işgal ederek sanki onun asli özellikleri haline getirilir. İbne sözcüğü artık sadece bir cinsellik tanımlaması olmaktan çıkıp, cinselliği böyle olanların aynı zamanda kötü, pis, üçkağıtçı, yalancı, ‘namussuz’ kişiler de olduklarını göstermeye başlar.

Bu anlam genişlemesi basitçe argolaştırma ile açıklanamaz, kaldı ki argo bizatihi tam da bu süreçlere karşı gelişmiş, tam tersi işlev gören ve devrimci potansiyel de taşıyan bir dil oyunudur.

İbneliğin başına gelen bu dil faşizmine mağdur olan kimi durumlar, kişiler, gruplar sözcüğü yok sayarak faşizmden kurtulabileceklerini sanırlar. En bilinen örneği Çingenedir. Çingeneler, kendilerine ‘Roman’ diyerek ırkçı saldırıdan korunabileceklerini sanırlar. Sonuç tam tersi olur, Çingene sözcüğünün olumsuz yan anlamlarını kendileri de kabul etmiş, faşizme boyun eğmiş olurlar.

Oysa dil faşizmiyle mücadelenin en devrimci yolu, dili ırkçıların egemenliğinden kurtarmak için sözcükleri esaretlerinden kurtarmaktan geçer. Bir eşcinselin kendisine ibne imasında bulunana, “evet ben ibneyim” demesi, karşısındaki ırkçıyı felç eder. En güçlü sandığı ‘silahı’ elinden alınan ırkçı, hadım edilme korkusuna kapılır.

Çünkü bir ırkçı, ötekini ezdiğini sanırken aynı zamanda ona zorla sahip olduğunu, tecavüz ettiğini ve bu yolla kendi ‘erkek silahının gücünü’ kanıtlayarak içindeki ‘iktidarsızlık korkusunu’ telafi ettiğini yanılsar. Bütün faşistlerin kendilerince düşman bellediklerine yönelik tecavüz isteklerinin kaynağında bu ikizli duygu yatar. İbne olmaktan o kadar korkar o kadar korkarlar ki, bütün ibnelerin somut ve soyut anlamda ırzına geçerek ne kadar erkek olduklarını en çok da kendilerine kanıtlamaya çabalarlar.

Hadım edilme korkusu, ‘silahı’ elinden alındığında ibneleşeceğini sanan faşistin bütün korkularının anasıdır.

İbneliği kontrol altında tutarak, ibneleri dışlayarak hapsedildikleri ‘erkekliklerinin’ gücüne tapınarak ruhlarındaki ibneliği bir ayine dönüştürür ve bu yolla ibnelikleriyle uzlaşırlar.

İbneliğin pasiflik, alıcılık, boyun eğicilik, ‘erkeğinin kölesi olmak’ gibi yan anlamları da içermesi boşuna değildir. Hadım edilme korkusunun çözümü de boyun eğerek hadım edilmekten kurtulmaktan geçer çünkü.

Tarihte ibneliğin bütün kötülüklerin kaynağı olarak görülmeye başlanmasıyla, tek tanrılı dinlerin ortaya çıkışı arasında eşzamanlılık vardır. Eski Ege ve Yunan uygarlıklarında eşcinsellik doğal bir durum olarak görülür, hatta birbirlerine bağlılıkları ve dayanışmacılıkları daha güçlü olduğu için tüm askerleri eşcinseller olan ordular bulunur.

Ne zaman tek tanrılı dinlerle kapitalizm işbirliği yaparsa orada ibnelik ötekileştirilmiştir. Bu yolla ibneler değil ama ‘ibne olmaktan korkanlar’ denetim altına alınmışlardır. Bu yüzden ya, eşcinsellerin kurtuluşunun heteroseksüelleri de kurtaracak olması...

Küçük İskender’in Vakit gazetesindekilerin yardım çığlığını duyması gerekiyor. Kıstırıldıkları erkekliklerinin içinde çırpınan bu garibanlara ‘ibnelik etmeyip’, iğfalci fantezilerinin gerisindeki hadım edilme korkularıyla barışmalarına katkıda bulunmalı.

İbneler yardımsever, hoşgörülü, affedici, bilge ve dayanışmacıdır çünkü.